31 Ekim 2016 Pazartesi

Çoraplarım!!!

Bu konuya odaklanmak beni zorladı. Ağız tadıyla diye başlayınca tadı tuzu 
yerinde  güzel lezzetli bir yemekten bahsedeceğimi düşünmüştüm. Sonra bakış açımı genişletince keyfimce, sine sine, tad alarak yaptığım her hareketin bana ağız tadı verdiğini fark ettim. Burada bir hastalık öncesi sonrası durumu bir mukayese söz konusu değil. Bunun egzantrik tarafı, ağız tadıyla hareket etmek beni çok sevindirmesine rağmen etrafımdakilere tuhaf gelmesi. Mesela bir hafta yalnız desteksiz kendimle  başbaşa kalarak herşeyimi kendim yapıp idare ederek, zorla, kimi zaman dakikalarca uğraşarak yaptığım yapabildiğim şeyler beni  çok mutlu etti.

En yapamadığım şey malum çorap giyebilmek. Evdeyken giymedim. Fakat kaloriferler yanmadığı için çok  üşüyünce mecbur kaldım. Uğraştım da uğraştım. Meğer ne kadar zormuş çorap giymek! Beceremedim. Becerememeyi de kendime yediremediğim için herşeyi fırlatıp, oturdum  hüngür hüngür ağladım. Sonra "sen  bunu bir şekilde yaparsın" dedim. Sorun ayaklarımın benden uzakta kalması yani ayaklarıma  yetişemememdi. Kısacık boyumla ayaklarım benden ne kadar da uzaktaymış. Ağız tadıyla, kimseye hesap vermek zorunda kalmadan, ağlama faslını kesip, strateji tespitleri yaptım. Bir sürü şey denedim. Sonunda bir şekilde nasıl yaptığımı anlayamadan becerdim. Sonuç aşağı yukarı  1,5-2 saatlik bir uğraş sonunda kan ter içinde kalarak çoraplarımı giymeyi başardım. Beş dakikada zaferimin inanılmaz sarhoşluğu içinde ayaklarımı ve çoraplarımı seyrettim. O kadar mutlu oldum ki! Tek başıma ,desteksiz! 4-5 yaşlarında bir çocuk da bunu başarır fakat  benim kadar mutlu olamaz:) 



Gün içinde bu anı hatırlayıp inanılmaz gözlerle ayaklarıma bakıp, durdum. Bu benim zaferimdi! Bunu kendim ağız tadıyla hareket ederek başardım. Yalnız olmasaydım bu zaten sorun olmaz bir giydiren bulunurdu. Aynı tadı vermezdi ama....
Yaptıklarımın kazandırdığı güç, güven ve moralle tekrar denemek üzere anı dondurdum.. Kendi kendimi  değerlendirmiş oldum. Sonuç olarak anladım ki; Kendimle olmak zor da olsa bana ağız tadıyla hareket etme imkanı veriyor. Başardığım her ufacık iş beni fazlasıyla mutlu ediyor. 
 
Şimdi bu moralle sıra ikinci adımda kendi başıma iki günlük bir seyahat planlamak istiyorum. OLUR MU DERSİNİZ?

24 Ekim 2016 Pazartesi

Bağcılar'da Ferrari

Bugünkü yazıma nereden başlamam gerektiğini tam bilemesem de yavaş yavaş toparlarım sanıyorum. Hepimiz bi şeylere özeniriz. Mesela  kara gözlüler renkli göze, saçı kıvırcık olanlar düz saçlara özenir, beğenir, ister. Eski Türk filmlerinin konuları arasında fakir kenar mahalledeki kızların  hemen şarkıcı, şöhret olup,  zengin yaşama kavuşmak isterken başlarına gelenler bol acılı bir şekilde anlatılırdı. 

Galiba özenmek biraz insanın mayasında var. Bana göre dozunda olursa besleyici güç olabilir. Özenmeye bir kültür denilebilir mi bilemiyorum ama kadın, erkek, çocuk, hatta yaşlılarda da olduğunu görüyorum. Gündemden bir türlü düşmeyen yeni gelinlerin de hayatla ilgili özentileri vardır. Tv dizilerindeki yaşamlara, renkli hayatlara, magazinlerde görülen abartılı yaşamlara imrenen genç kızlarımızın olduğunu düşünüyorum. Galiba neremiz inceldiyse oradan ortaya çıkıyor. Benim de 60-70 yaş kuşağındaki sağlıklı insanların yaptıklarına, yapabildiklerine özenerek baktığımı itiraf etmem gerekiyor. Kendimle baş başa kaldığım zamanlarda içgörü yaparım. Bu yaşta hasta olmasam neler yapardım diye….uzun zamandır bahsetmedim...

Önce arabam diyorum, kullanırdım. Şimdi durakta araba beklerken geçen kadın şoförlü arabalara o kadar  özeniyorum ki kendimi elinden çukulatası alınmış çocuk gibi hissediyorum. Sonra kayak yapmak isterdim. Yaşın getirdiği ağırlık, yavaşlığın da güzel yanları var. Etrafı daha iyi gözlemleyebiliyor insan. Toparlarsam Parkinson dışında yaşlılık hediyelerine razı olurdum. Özentim normal bir yaşlı olmak isteği…




Mesele diyorum küçük nüansları fark etmek. Anahtar bu! Şimdi  ben eskisi gibi yüzemiyorsam bile hala yazlıktayım. Mevsimi tabiatın içinde ormanda yaşıyorum. Denize bakarak balkonda işlerimi yapıyorum. Denizin balığından, ormanın mantarından, kestanesinden kocayemişinden, kızılcığından istifade ediyorum. Hava sıcak olduğu zaman hala denize girilebiliyor. Kışın da yapabileceklerimi programlayarak sosyal aktivitelerden hem çok hoşuma gideni hem yapabileceğimi seçeceğim. Önemli olan puzzleda doğru parçayı doğru yere yerleştirmek!

19 Ekim 2016 Çarşamba

Bay P.'ye fiyonk taksam da.....

Zaman ilerledikçe önceden bilme program yapma durumları daha bir önem kazanmaya başladı. Malum yeni gelin misali hazırlıksız yakalanmak istemiyorum. Bunu da sanırım biraz açmam gerekiyor. Her ne kadar  Bay P. ile aramda seviyeli bir mesafe tutmak için kendimi paralayıp, cansiperane(-a nın   üzerinde  şapka olmalı) mücadele etsem de Bay P. sinsi adımlarıyla ama yavaş ama hızlı ilerliyor. Bu sebepten yapılacakları önceden bilip, ona göre hazırlanmam gerekiyor. Şu noktada hayatımda sürprizlere ve radikal kararlara yer yok. Herşey açık net ve programlı olmalı çünkü hazırlıksız yakalanmak istemiyorum.

Yeni gelin çılgınlığı denilen modaya göre -pat diye oluşan(hazırlıksız yakalanma) durumlarında yaptıkları süslemelerle göz boyama yoluna kaçıyorlar(!). Fiyonklu  çokoprens, dantel ve kurdeleleli zeytin, peynirler amaca uymuyorsa da göz boyuyor. Benim ise hazırlıksız  yakalandığım zaman bozulan moralimi ne Bay P.'ye takacağım fiyonk nede en şatafatlı dantel değiştiremiyor. Bozulan moral kaybolan enerji demek. Havası giden balona dönüyorum. Bitap düşüyorum. Sonuç olarak Bay P.nin nefesi ensemde.

Kendimi iyi hissetmem ve mücadeleme devam etmem için Bay P.'ye hazırlıksız yakalanmamak adına dantelli giyinip, kurdele takmaya mı başlasam? (!)

10 Ekim 2016 Pazartesi

Kurbağa fil yer mi?

Eskiden  düşündüklerimi programlar ve kendimce sıraya koyarak uygulamaya geçerdim. Araba kullanıyordum. Rahatça kimseye bulaşmadan işlerimi hallederdim. Şimdi şartlar çok farklı!

Yalnız dolaşamıyorum. Araba kullanamıyorum. Daha doğrusu kullanırım ama hem kendimi hem trafikteki başkalarını olası bir kramp veya tepki yavaşlığı yüzünden tehlikeye sokmamak adına kullanmamamın mantığıyla kullanmıyorum. O yüzden birinin beni götürmesi gerekiyor bir yere gideceğim zaman. Düşündüklerimi hayata geçirmekte zorlanıyorum. Bu noktada en çok yardımcıma yaslanıyorum. Bugün yaptığımın yarın garantisi olmadığı için yapabildiğim herşeyi kendim yapmaya çalışıyorum. Yapamadıklarım moralimi bozup, özgüvenimi sarsıyor. Bir önceki gün düşünmüş olduğum ertesi sabah kalktığım moda göre yapılabilir veya değiştirilecek oluyor. Sıralama doğaçlama gerçekleşiyor yani.

O doğaçlamanın da kısıtlamaları var haliyle. Doktorum ve terapistim ısrarla bir elimin hep boş olması gerektiğini söyledi. Yani çift el torba, çanta taşımak yok. Çabuk yorulmam da cabası. Daha düşünürken yorulup, vazgeçtiğim şeyler oluyor. Birkaç seçenek olursa da kararsız kalıyorum. En ufak "terslik" emaresinde moralim bozuluyor. Moralim bozulunca dikkat denen bir şey kalmıyor. En rahat, en bildiğim şeyi yapamaz hale geliyorum. Çok sinir bozucu!!!



Düşüncelerim arasında uygulamak istediklerim olursa erteleye erteleye çıkmama noktasına da gelmeye başladım. Çünkü! Evden çıkmayı sevmez hale geldim. Kendi kendime ileride belki bu günleri arar, pişman olurum da diyorum. Mantığım çalışıyor yani (!). Kaldı ki hayat zaten insana her düşündüğünü gerçekleştirme fırsatı vermiyor....

Ama deniyorum! Kurbağa da fili yiyebilip, yiyemeyeceğini denemeden göremezdi değil mi?