24 Şubat 2017 Cuma

Sevgi çocuğu

Şimdiye kadar kendimi çok yormuşum. Gereksiz yere vaktimi, enerjimi boşa harcamışım. Herşeyden kendimi sorumlu sanmışım. Meğer hayat yüklendiğimden daha hafifmiş. Ana-baba olmak ömür boyu sorumluluk taşımak değilmiş. Çocuklar kendilerine yetecek hale gelince bitiyormuş sonrası sorumluluk değil analık-babalık endişesiymiş. Birden hayvan belgesellerinde gördüklerimi hatırladım. Onlarda da yavrular avlanmayı öğrenince anadan ayrılıyorlar. Farkettiğim bu gerçek beni çok etkiledi. İçim boşaldı adeta. Varolmanın  dayanılmaz  hafifliğini hissetsem de mutlu olmadım. İşkolik birinin işsiz kalması, zorla emekli edilmesi gibi..



Zamanında büyük torunum için bankada hesap açtırmak istemiştim. Sorumluluk olarak değil de içimden geldiği, ona gelecekte hoşluk olsun diyeydi. Olmadı. Gerekçe olarak da "bakımından sorumlu kişi" olmadığım söylendi. Torunum canım olmasına rağmen hesap açtıramamıştım. Sorumlulukla ne ilgisi vardı ki bunun? Çok üzüldüğümü, ağlayarak eve döndüğümü hatırlıyorum. 

Benim kendimden başka sorumluluğum yokmuş. Kendimden sorumlu olmak başkalarına odaklanmak yerine ihtiyaçlarımı karşılamaya yönelik yaşamam demekmiş. Bunun şöyle açıklayayım: Yardım istendiği zaman fazla abartmadan, zorlanmadan olduğu kadar yardım edebilirim. Fazla yüklendiğimde, enerji harcamam, üzülmem, sinirlenmem semptomlarımı arttırıyor. İstemsiz kas hareketleri yada başka belirtilerle bana geri dönüyor. Faturasını pahalı ödeyeceğim şeylere de gerek yok diye düşünüyorum. 

Yaşım ilerlese de kendi hayatımın sorumluluğunu olabilidiğince kendim taşımak isterim. Yardıma ihtiyaç duyduğum zamanlar da oluyor. İlk adres tabi ki evlatlarım oluyor. Bu bana göre onlarla devamlı beraber olmak değil, hayatımı kontrol etmeleri ve karışmaları değil de yardım istediğim oranda yanımda olmaları. 

13 Şubat 2017 Pazartesi

Yerimi tartamıyorum...

Yerimi bilmek konusunda kararsızım. Gel-gitler, çekişmeler içindeyim. Bunları paylaşmak istiyorum. 

Yaşım gereği ailenin büyüğü olarak ona göre davranmam gerekiyor. Bir şeyi yapmam yerine istemem yaptırmam gerkiyor(muş). Gözümün önünde yapabileceğim bir şey olsa bile söylemem, yapmamam gerekiyor(muş). Bunlar beni ikaz etmeleri doğrultusunda öğrendiklerim. Bu bana o kadar ters ki! Ben canı tez biriyim. Hareketlerim yavaşlasa bile içim durmuyor. Derli toplu olmayı severim. Bilhassa aile efradıma düzgün ve bakımlı görünmeye çalışırım. Kaportayı iyi gösteriyorum yani. Kendimi bile kaptırıyorum bu fikre. "Genç"mişim gibi geliyor. Bazen etrafımdakiler de bana gençmişim ve herşeye hakim olmam gerekiyormuş gibi davranıyor. İyice havaya giriyorum. Kendimden beklentim artıyor. Dolayısıyla kendim yapmak ve yaptırmak arasında bocalıyorum. Etraf da benim iş yapmama alışık olduğu için bazen kaşla göz arasında "yapmamam gereken" birşeyler yapabiliyorum. Erken ayılan olursa aleni hedef oluyorum. Kendimi  kabahat işlerken yakalanan çocuklar gibi hissediyorum. Çocuklarım, torunlarım  geleceği zaman da gönlüm coşuyor çok şey yapmak istiyorum. Yine birileri bir şekilde el frenini çekiyor veya hevesim kursağımda kalıyor.

Aslına bakacak olursak bazen gencim bazen yaşlıyım. Bizim kuşağın insanları da benim gibi şaşkın durumda... Teknolojiyle az çok haşır neşir olunca herşeye hakim ve genç hissediyor insan. Bizim çocukluğumuzdaki gibi değil şimdi durum. Sanırım bunda ömürlerin uzamasının da rolü var. Ama durum karışık. Bir şeylere az çok hakim olmak yeterli olmuyor bazen. Çocuklar  küçükken her türlü sorununu, dersini, çözemediğini ana babasına sorar. Ana- baba defalarca  anlatır. Bilmiyorsa bir bileni bulur, sorunu çözer. Benim için çocukken ana-babalar nasıl bir sığınaksa yaşlanınca da  evlatlar sığınacak liman, sorunları çözecek bilen oluyor. Şimdilerde evlatlarım olmayan zamanın peşinde oldukları için onlara bir şey sormayı iki kere düşünüyorum. Kendim halledebilir miyim diye uğraşıyorum. Bazı zamanlar orayı burayı karıştırırken iyice arap saçına çeviriyorum işleri. Sorsam bir türlü, sormasam bin türlü...

Bu kadar keşmekeşin içinde ben yerimi de kendimi de tartamıyorum. Benim yerim neresi? Ne dersiniz?