İnsanın kırılganlığı biraz yaşla gelen olgunluğa, biraz da yaradılıştan gelen duygusallık derecesine bağlı diye düşünüyorum. Bunu kendime dayanarak söylüyorum. Şöyle ki, gençken kızdığım ve kırıldığım şeyler üzerinden zaman geçtiği için mi yoksa yaşımın ilerlemesi yüzünden mi artık umursamazcasına "Aman ne varmış ki bunda?" diyorum.
Biraz yüksek sesle söylenen şeylere kızıyor ve kırılıyordum. Anca şimdi başka açıdan bakabiliyorum. Hayat her zaman adil davranmıyor. Şimdi önceden alındığım şeyler ne kadar önemsizmiş diye düşünebiliyorum. İlk terslendiğim zaman çok kırılmış ve çok kızmıştım. Tartışmanın gündelik hayatın bir parçası olduğunu ve fikir ayrılıklarında tartışarak bir çözüme ulaşıldığını fark etmem zaman aldı.
Bazen kendimi coşkun bir ruh hali içinde buluyorum. En ağır şey bile söylense "Bu da geçer!" diyorum. Hayatta hiçbir şeyin müteviye devam etmediğini öğretmişti sayın Halide Tayşi. O zaman biz felsefe okurduk. Öğretmenimiz hayatta üzüntü ve neşe birbirini takip eder demişti. Ben de sık sık bunu hatırlamaya çalışıyorum.
Yine de bazı şeylere karşı oldukça hassasım. Evde misafir sofraya otururken, bana "Hadi saldır!" denmesi ağrıma gider. Sadece evde olsak ve kimse olmasa da ağrıma gider ama insan içinde çok daha ağır gelir. Ses çıkarmam ama sofradan hiçbir şey yemeden kalkarım.
Başta demiş olduğuma dönecek olursak, ben yaradılış olarak kırılgan geldim, kırılgan da gideceğim galiba. Başka insanlardan hassasiyet beklemek yerine, kendimi korumaya gayret ediyorum artık. Başkalarını değiştiremem ama kendimi yaşadığım sürece her gün yeniden icat etmeye niyetliyim..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder