30 Mayıs 2016 Pazartesi

Bay P.’nin ayak sesleri

Devamlı ötelediğim Bay P.’nin ayak sesleri yakından gelmeye başladı. Bu biraz davulun sesi uzaktan hoş gelir misali oldu ama bu davulun sesi hiç gelmese daha iyi olur. İki şeyi birarada yapmak benim için artık gerçekten zorlaştı. Ayrıca terapide yapmam gerekenleri uygulamakta sıkıntılıyım. Yaptıklarımın zorluk seviyesi yüksekmiş ama ben zorlanınca yine de başarızlık hissi oluşuyor. Şimdi tüm gücümü toplayıp, Bay P. ile aramdaki mesafeyi açmam gerekiyor. Bunu yapabilmek için önce kendimi güçlendirmem lazım. Bu benim durumumda kendime öncelik vermem demek. 



Sıkça bahsetmişliğim var, başkaları mutlu olduğunda mutlu olduğumdan. Fakat başkaları mutlu olunca Bay P. uzaklaşmıyor ne yazık ki. Anlaşılmaya çalışmaktan da sanırım vazgeçiyorum, çünkü ne söylesem bir şekilde ya birilerini üzüyorum yada yanlış anlaşılıp, ben üzülüyorum. Ben demeyi bu yaşta öğrenmek de varmış. Pek başarılı değilim şimdilik ama kesin kararlıyım.  Doktorumla da görüşüp, onun tavsiyesi doğrultusunda programımı yeniden düzenleyeceğim. Sonra elimde kalanları değerlendireceğim. 


Elde kalanlarla bir şeyler yapılabilineceğine  inananlardanım. Eşimin gurubuyla yaptığımız güneydoğu gezisinde uğradığımız Adıyaman’da duymuştum. Bir zamanlar o yörede Komagene Krallığı varmış. Ülkenin hükümdarı olan Sultan Nemrut falcılardan o sene dünyaya gelecek erkek çocuklarından  birinin kendi sonunu getireceğini öğrenmiş. Ülkenin bütün erkeklerini toplatıp zindana attırtmış. Evlerde kadın ve çocuklar kalmış. Ava giden erkekler olmadığı için kıtlık baş göstermiş. Evde açlıktan ağlayan çocukları olan bir kadın evinde olan bulgurla olan  baharatları karıştırarak  yoğurmuş yoğurmuş bir çeşit köfte yaparak çocuklarını doyurmuş. Adınıda Komagene demiş. Beğenilen ve zamanla yayılan bu köfte şimdilerde etsiz çiğ köfte olarak rağbet görüyor.

Benden bir Komagene olmaz tabi ama anafikir hep beraber çiğ köfte yemeye gidelim de değil tabi. Anafikir; insan istemeli, hayal etmeli, elde kalanların değerini bilip, değerlendirmeli. Ben, kendi adıma, yaz döneminin başlamasıyla beraber, elimde kalan ve benim için birbirinden kıymetli olan işlevlerimi sımsıkı tutmak için yaratıcılığımı kullanacağım diyorum.

27 Mayıs 2016 Cuma

Tempoya alerjim var!

             
Sanırım bu yaz oldukça hareketli geçecek. Şimdiden pes ettim. Dinlenmek istiyorum!

Dinlenme ama nasıl ve ne zaman?

Eskiden hafif volümde klasik müzik dinlerken kitap okumak bana çok iyi gelirdi. Şimdi yeterli olmuyor. Ne  istediğimi de tam bilemiyorum. Ben sanki düşüncelerimle yorgunum. Bedensel olarak yorgunum. Bedenimi dinlendirsem yatsam, uyusam, otursam  yetmiyor. Seyahatlerin artısı olduğunu söylediğim moral de beni canlandırmaya yaramıyor. Burada farklı bir ayrıntı da var. Seyahatte iken spor bile yapabilirim. Süresi yapabildiğim kadar olmak kaydıyla, "-tempo" denmeden yokuşsuz, merdivensiz  yürüyüş veya yüzme. Tempoya alerjim var diyebiliriz! Eve döndükten sonra  bunlar halsizlikten, yorgunluktan  ertelediğim, hep yarına bıraktığım şeyler. Aynı zamanda bu ertelemeler (yarının bugünden farklı olmayacağını bilmek) beni çok geriyor. Gelelim tekrar seyahat meselesine genel olarak telaşsız, mecburiyetsiz(taşıdıklarım ve yaşadıklarım zaten yeter de artar!), koşuşturmasız, canımın istediğini yapabileceğim birkaç gün yeterdi. Evde bu amaçla ne yapabilirim diye düşünüyorum. Haftada bir-iki masaj, iki pilates (esneme hareketleri), yavaş tempolu hafif bir yürüyüş...İstediğim zaman ve kadar resim çalışmak, yazı yazmak, müzik dinlemek, kitap okumak. Bir nevi keyifli emeklilik hali...

                 


Ama ben öyle hissedemiyorum..

Her sabah kendiliğinden oluşan gündem beraberinde ne getirirse onu yaşıyorum. Herşey gözümde büyüyor zorlaşıyor. İçimde beni kemiren  koşuşturan bir şey var sanki. Bunalma hissi de veriyor. Sanki nefesimi tutuyor. Evde sıkılıyorum. Yolda daralıyorum. Tezatlar yaşıyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Kördüğüm olan bu karmaşanın içinde dinlenmeyi beceremiyorum. Unutuyorum. Kördüğüm demişken eski yorumcu, müzisyen şimdilerde oyunculuğu ile ön planda olan sevgili Hümeyra'nın meşhur şarkısı "Kördüğüm"ün  dizeleri aklıma geldi.

"Ya her şeyim, ya hiçim,
  Sorma dünyam ne biçim,
  Bir kördüğüm ki içim,
  Çözdükçe dolaşıyor."

Tabi ki herşey kapkara ve karmaşık da değil. İçimi açan sevdiğim de o kadar çok şey var ki, hiçbirinden vazgeçmem.



23 Mayıs 2016 Pazartesi

Yorgunum

13 Mayıs'tan beri yolculuk sonrası yorgunluğunu atabilme çabalamalarım devam ediyor. Bir taraftan yaşam için gerekli olan günlük işler var. Yazlık zamanı geldiği için taşınacaklar, alınacaklar. Ayrıca yardımcım bir aylığına memleketine gitti. İyice karıştım.

Yazlıktayım. Bu gün hava soğuk gibi belki de sadece sabah serinliği bilemiyorum. Uyuyorum ama uyku yetmiyor. Turşu gibi kalkıyorum. Bir taraftan da üstüne binen yorgunluk...yorgunluk...

Bu sabah  başağrısıyla uyandım. Anlaşılan tansiyonum yükselmiş. Hemen biraz atıştırıp, ilaçlarımı içtim. Dün hayli sıcak olan hava bugün soğuk. Kendimi içeri hapsettim. Ufoyu yaktım. İnşallah hava daha sonra ısınır.


Terapi programımı da artık yaza göre ayarlarız diye düşünüyorum.  Seyahatlerden sonra  yüzyüze terapi yapamadık. Skype yaptık. Terapiye gidemedim.

Seyahat, tatil moral düzeltmek ve depolamak için harika fakat döndükten sonraki geçmeyen
yorgunluk, konsantre olamamak beni üzüyor. İki şeye üzülüyorum. Birincisi bu durum. İkincisi ise her şeye rağmen yavaş da olsa hastalığımın ilerlemekte olduğu gerçeği.

Yine de pes etmemek lazım. Bilimadamları nitekim gece gündüz çalışıyor. Elbet bir çare bulacaklar. Bunu biraz kendimi sakinleştirmek, biraz da gerçeği yansıttığı için söylüyorum. Pes edersem (edersek) bu çareyi görecek vaktimiz kalmayacağını düşünüyorum. Hayata tutunmak ve elimizdekiyle en iyisini yapmaya çalışmak dışında bir alternatif göremiyorum...ya siz?

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Yine yoldayım

Henüz gemi yolculuğunun yorgunluğu tam çıkmadan bu seyahat ortaya çıktı. Eşimin ve arkadaşlarının üniversite mezuniyetlerinin 50.yıl plaket töreni seyahati. Önceki seyahatin aksine hiç telaş yapmadım. Bavul hazırlamayı da nerdeyse son günün gecesi yaptım. Tam anneler günü yola çıktık. Önce Sapancaya giderek yazlık bahçemiz için sebze fideleri aldık. 

Çantalar, bavullar tavana kadar; milimetrik hesaplarla sığdırdığımız çiçek, sebze fidesi     kasaları,  bacaklarımızın arasındaki gül saksılarıyla komik ve sıkışık bir şekilde yolumuza devam ederek yazlığımıza ulaştık. Arabadaki bahçe ile ilgili aldıklarımızı boşalttık. Öğle ki arabadan inebilmem için bacaklarımın arasındaki gül saksısını ve kucağımdaki domates  fidelerini almaları gerekti. Eşim bahçede biraz ilaçlama yaptı. Sabah kahvemizi de içtikten sonra yardımcımızı Ezo'nun yanına yazlıkta bırakıp yola koyulduk. Üçüncü ve son molayı da yemek molası olarak verdik. Bu arada çok kullandığım için telefonumun şarjı bitti. 

Kızılcahamam'daki otele vardığımızda saat sanırım 17.00 gibiydi. Odaya çıktık. Telefonumu şarja taktım. Koşa koşa kaplıca diye yüzme havuzuna girdik. Normal havuzmuş. Çıktık. Yolunu tarif ettiler. Tekrar koş koş. Anlamadık ama sonunda kür havuzu denilen termal havuzu bulduk. Girdik çıktık, girdik çıktık. Koş koş otelde kaybolma korkusu ile tünellerden geçtik. Merdivenler çıktık. Asansöre bindik, indik, çıktık. Güç bela odamıza çıktık. Dolan şarjla çocuklara haber verdim yine şarja taktım. Yemeğe koştuk. Sonra eşim maç seyretmek istedi. Ben odaya çıktım. Otelin internetini kendi bilgisayarıma uygulamak için  1,5 saat uğraştım ama sonunda becerdim ve çok mutlu oldum. Bu arada eşim odaya gelip uykuya dalmıştı bile….

İkinci gün eşim otelin çevresindeki yürüyüş yolunda biraz yürüyüş yapalım diye teklifte bulundu. Beni zorlayacağını bilerek kabul ettim. Önceleri düz giden yol kah yokuş kah iniş oldu.Tabi ki eşim beni beklemek için duraksamak durumunda kaldı. "Tempo tempo" demesine rağmen benim tempom değişmedi. Kendi kendime söylene söylene turu tamamladım. Sonra termal havuza gittik. 




Yemek faslı ardından da masaja indim. Masöz bayan şöyle bir bakınca 40-45 kilo göründüğü için nasıl masaj istersiniz sorusuna "sert, sıkı bir masaj olsun" diye cevapladım. Meğer içind
e bir herkül gizliymiş. Kendim istediğim için ses de çıkarmadım. Masaj Allah'tan yarım saatlikti. Herkes masajdan relaks çıkar. Ben dayak yemiş, bir de üstümden tır geçmiş gibi çıktım. Odaya çıktım. Ağrımayan yerlerim de yavaştan ağrıdı. Neyseki yemekten sonra gün bitti.


Gün de ben de bittik!

6 Mayıs 2016 Cuma

Leylek leylek havada ben de tavada...

Ada gibi bir gemide uykuya dalmak gece uykuda yatakta dönerken denizin hafif çalkantısını hissetmek olağanüstü bir şey. Sabah denizi görerek uyanmak... Güneşin doğuşunu, batışını deniz üzerinde görmek bütün yorgunluğa değer! Gördüğümüz yerler İtalya, Fransa, İspanya'da farklı şehirlerdi. Bazı şehirlerde mini trenlerle şehir turları attık. Şansımıza hava soğuktu. Akdeniz iklimini düşünerek bavul hazırladığım için  üşüdüm.

Herşeyi detaylı anlatırsam bu yazı bitmez. O yüzden beni en çok etkileyen durum ve yerlerden kısaca bahsedeceğim.

Napoli'de gemi limana girince arkadaşlarla geminin turundan ayrılarak minibüsle Pompei'ye gitmeyi planladık. Eşim rahatsızlanarak gruba iştirak etmedi. Ben de tek başıma arkadaşlara katıldım. Avrupa'nın aktif yanardağlarından Vezüv'ün patlaması sonucunda dağın eteğindeki Pompei şehrinin lavlarla kaplanıp yok olması ile oluşan ölü alan hep ilgimi çekmişti. Giriş bileti almama rağmen şehri tam olarak gezemedim çünkü amfiteatırların içinden geçen dik merdivenler, inişli çıkışlı arazi beni yürütmedi. Orada bir Cafe'ye oturunca eşimin nasıl olduğunu merak ettim. Meğer iyileşmiş ve şehre meşhur pizzacılardan birine gitmiş. Gidebilsem ben de ona katılırdım fakat yapabileceklerim dahilinde kalıp, şehre dönünce kendi başıma ayağa kolay yerleri biraz dolandım.

Cannes'a geldiğimizde yine değişik programlar vardı. Gitmeden güneşli bir yerlere oturur şarap, deniz mahsülleri keyfi yaparız diye düşünmüştüm. Gel gör ki grup ile seyahat yapınca programlar hep değişiyor. Doğal olarak herkes farklı şeyleri görmek istiyor... Bu durumlarda da insana destek çıkan olması lazım ki bir iki şeyi gerçekleştirebilsin. Nitekim Oscar törenlerinin olduğu yeri görmek bile keyifliydi.

Yine başka bir şehirde zor günlerimden birini yaşadım. Daha kendimi zor taşırken bir de kolumdaki ağırlıklar beni hayli yordu ve güç duruma düşürdü. İnsan bazı şeyleri söylüyor fakat seyahate çıkmışken başkasına yük olduğunu hissetmek bile bütün tatil keyfini kaçırabiliyor. Sonuç olarak yine ben ve ben olarak dolandım. Elbette bu kadar içime atmanın sonucu birkaç öfke patlaması da yaşadım. Olacak o kadar...değil mi? Ben de insanım en nihayetinde.


Seyahatten döneli üç gün oldu. Üç günde kendime geldim sayılır. Allah'a şükür  bugün kendimi uzun zamandır olmadığı kadar dinç, enerjik ve iyi hissediyorum. Demek ki tatil  bana yaradı.

Bu tatil bana çooooook önemli bir şey fark ettirdi. Meğer gezmek bile zormuş ve yardım gerekiyormuş. Bundan sonra seyahate gitmekten vazgeçmeyeceğim! Yanımda sevgili yardımcımı da götürmenin yollarını bulacağım!


Bu sene leyleği hava gördüm ya seyahatten seyahate yaşıyorum. Bir daha uçan leylek görürsem gözümü kapayacağım. Bana bu kadar gezmek yeter.