30 Haziran 2017 Cuma

Bu blogu neden yazıyorum?

Ben bu blogu neden yazıyorum?

Aslında bilmiyorum. Terapistim bir seans sırasında yazmaya başlamamı önerdi. Dünyanın farklı yerlerinden Parkinson'lu insanların yazdığı bloglara baktık beraber. Türkiye'de ise böyle bir blog yazan bulamadık. Ben de kolları sıvayıp, yazmaya başladım.

Blog yazmayı bırakın, blogun ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Terapistim konu veriyor, ben de aklıma gelenleri yazmaya çalışıyordum. Zamanla konu önerileri getirmeye başladım. Kimi yazı benim belirlediğim konu oluyor, kimisi de terapistimin önerdiği veya beraberce önemli bulduğumuz konular oluyor. Benim için bir nevi de günlük işlevi taşıyor. Terapistim önermese hiç aklıma gelmeyecek bir şeydi. Gelse de cesaret edemezdim. Ben kim blog yazmak kim bile demişliğim var. Sandığımdan daha rahat gitti. Yazdıkça rahatlıyorum ve kendimi daha az yalnız hissediyorum. Hiç olmazsa da yazarken kendime yalnız olmadığımı hatırlatıyorum.

Herkes kendi çektiğini bilir. Herkesin derdi kendine büyük görünür. İnanıyorum ki herkesin hayata bakışı, hastalığa bakış açısı ve zorluklarla başetme  yolları farklıdır. Yazarken hiç bir zaman ben böyle hissediyorum dolayısıyla bu zorluğu çeken herkes böyle hisseder diyemem ve demiyorum da. Kendimce başetme yollarımla ancak örnek vaka olabileceğimi düşünüyorum. Malum hepimiz farklıyız.

Terapistim seanslarımızdan birinde bana blogu neden yazmaya devam ettiğimi sorduğunda istediği cevabı verdiğimi düşünerek "Bir sürü kognitif işlev çalıştırıyor. Yazılı ifade, kelime bulma, odaklanma ve hafızayı çalıştırıyor. Tabi ki bir de farkındalık yaratmak." dedim. Halbuki bu cevap doğru değilmiş. Meğer bu işlevler çalışıyormuş ama bu terapideki amacımızmış. Yazmamın sebebi başta söylediğim gibi aslında bilmiyorummuş. Bu yazıyı yazarken karar verdim ki bir yandan da hasta ve hasta yakınlarına başka birinin yaşadıklarını okuma fırsatı vererek bir nevi farkındalık yaratmayı kendi hedefim yapmışım.

Çok ciddi oldu...biraz da gülün bari....





22 Haziran 2017 Perşembe

Bohçadan çıkanlar

Parkinson teşhisi konulduktan sonra yavaş yavaş ev işlerinden uzaklaştım. Zaten başından beri ev kadını ruhu taşıdığımı söyleyemem. Ben misafirim olmadıkça çok yemek yapan, ayağında yer bezi elinde toz bazı kazıyan ovan kadın olmadım. Kendi ölçülerim içinde temizliğini yapan veya yaptıran, evinde yaşayanları aç bırakmayan, misafirlerini özenle ağırlayan biriyim. Ölçü benim tabi ki. İddiam yok! Gönlümde yatan her zaman okumak, yazmak, masa başı işleri oldu. Doğal olarak evlendikten sonra dışarıda çalışmıyorsan adın ev kadını oluyor. Teşhis sonrası biraz sahte ev kadını oldum.



Ev kadınlığının kendime yakıştırdığım ve keyif aldığım tek kısmı yemek yapmaktı. Erişte makarna kesemem. Su böreği yapamam. Yapamadığım için de hiiiiiiç dertlenmem. Zaten artık sadece mutfakta malzemelerini hazırlattığım yemeği yapıyorum. Doğrama, yıkama işlerini yardımcım hallediyor. Kendi evimde misafir gibiyim adeta. Bu durum zaman zaman canımı sıkıyor ama o zaman da yardımcımın yaramazlık diye adlandırdığı şeyleri yapıp geçiştiriyorum. Yaramazlıklarım mesela çamaşırları makineye atıp, düğmesine basmak, çamaşır asmak, kek pişirmek, yumurta çırpmak olabiliyor. Velhasılı ev işlerinden uzaklaşınca başka ne yapabilirim  arayışıyla her zaman hoşuma gitmiş olan masa başına yöneldim.  


Değişik konularda yazmak arzusuyla bir şeyler karıştırırken tam yazlık birşey buldum. Malum yaz sıcakları beraberinde sivrisinek sorununu getiriyor. Dışarıdan alınan kimyasallarla pek hoşlaşmıyorum. Evde, elde yapılabileni tercih ediyorum. Bulduğum karışım 4 saat boyunca 97% oranında koruyormuş.

Ev yapımı sivrisinek kovucu

Malzemeler:
15 damla okaliptüs yağı
15 damla limon yağı
1 çay kaşığı vanilya
100 ml votka

Yapılışı: Önce votka ve vanilyayı iyice karıştırıp, ardından kalan yağları ilave edip, çalkalayın. Püskürtme şişesine koyup, kullanmaya uygunmuş.

Daha denemedim. Bu yaz denemeyi planlıyorum. Belki sizin de işinize yarar.

20 Haziran 2017 Salı

Yine bir yazlığa geçiş

2017'yi şimdiye kadar önceki yıllara hiç benzetemedim. Her taraf kaynıyor. Dünyanın her tarafında olaylar oluyor. En çok da bizim ülkemiz kaynıyor. Olaylardan kafayı kaldırsak mevsimlerden de bir şey anlamadım. Bir sıcak yapıyor. Ertesi gün bir yağmur yağıyor sıcaklık on derece düşüyor. Sokağa çıktığınız zaman ortada dolaşanları mevsimciler ve günlükçüler olarak bile ayırabiliyorum. Mevsimciler Haziran ayındayız yaz geldi anlayışıyla inatla yazlık kıyafet giyenler. Günlükçüler de o günün sıcaklığına göre giyinip, kışlıklarını kaldırmayanlar. Dolayısıyla yazlığa geçmekte oldukça geciktik. Biz de günlükçü olarak kışlıkları kaldırmadan yazlığa geçtik. Adı yazlık ama yaz buraya da gelemedi. Gündüzler sıcak olsa da akşamlar bayağı serin.




Ramazan ayı olduğundan ortalık kalabalık değil. Deniz de sakin. Balkonda oturmaya bayılıyorum. Çalışma yerimi balkona taşıdım diyebiliriz. Yazarken de resim yaparken de müzik dinliyorum. Ayrıca boş bir kağıt kalem her zaman yakınımda duruyor. Aklıma gelen bir şey olduğunda unutmadan hemen notlarımı alabiliyorum böylece düşüncelerimi daha sonra değerlendirebiliyorum.

Bundan önceki yazlara göre "Ben iyiyim". Hatta bağırarak söylemek  istiyorum. "BEN ÇOK AMA ÇOK İYİYİM." Eski yazılarımda bahsetmiştim. Bir yaz hiç yüzememiştim. Bir yaz da gayet güzel yüzmüştüm. O halimi de doktorumun ilaçlarımın dozlarını ayarlamasıyla düzeltmiştim. Bu yaz tek başıma yüzmeye gittim. Kendimce deniz sezonunu açtım. Eskiler karpuz kabuğu denize düşmeden denize girilmez derlerdi. Doğruymuş. Gerçekten de su çelik gibiydi. Dondum. Kramp girmesinden korktum ama yiğitliğe toz kondurmadan biraz yüzdüm ve çıktım. Allahtan hava sıcaktı da hasta olmadım. Keşke denize elimde karpuz kabuğuyla girseydim. Belki denizin çabuk ısınmasına vesile olurdum. Biraz masada oturup, bulmaca çözdüm. Kurudum. Mayo değiştirmeme gerek kalmadı. Zaten onu tek başıma yapamazdım. Denize karşı kahvemi de içtikten sonra evin yolunu tuttum. Giderken merdivenlerden inmiştim. Dönerken yokuşu tercih ettim. Yokuş çıkarken geniş S'ler çizerek çıkıyorum. Biraz yolu uzatsa da sanki yokuşun dikliğini azaltıyor gibi hissediyorum. 

Bu söylediklerim olalı bir hafta oluyor. Fakat moralim de bozulmak için havadan nem kapıyor. Moralimi bozacak hiçbirşey yok aslında. Bugün de yazıma birşey yazabileceğimi sanmıyorum diye başladım. Herkes yattı. Hiç uykum yok. Karar verdim ki sabaha kadar sürse de yazacağım! Yazımı tamamladım ve kaydediyorum. Saat sabah 4:20... yarın tekrar gözden geçirip, hala paylaşabileceğimi düşünüyorsam yayınlarım!

              

15 Haziran 2017 Perşembe

Hikayemin sonu

Bölüm 2

Restauranttan çıkan Onur Kerpe'de birkaç tur attı. Sahil boyunca yürüdü. Dalgaları dinledi. Bir bankta oturup külahta dondurma yedi. Motele döndü. Kitap okumaya çalıştı olmadı yapamadı. Uykuya daldı. Sabah mayosunu aldı kumsaldan denize girdi. Deniz çok güzeldi. Ortalık sakindi. Bir saat  kadar yüzdükten sonra kahvaltı yapmaya motele döndü. Kahvaltıdan sonra etrafın çok kalabalıklaştığını farkederek tekrar Kerpe dieme. Orası daha bir kulüp havasındaydı. Görevli çocuk "Onur abi geleceğini biliyordum.Sana yer ayırdım." dedi. Onur gazetesini çıkardı. Kahve istedi. Kahvesini içerken denizden çıkan bir kadın gözüne çarptı. Bu dün akşamki güzel kızdı. Kırmızı bikinisiyle o kadar tatlıydı ki... Onur ne yapacağını şaşırdı. Kendince bir plan yapmaya çalışırken telefonu çalmaya başladı. Açmak istemedi  fakat patronun aradığını görünce açtı. "Onur neredeysen hemen dön. Hazırlanacak raporlar ve dosyalar var. Biter bitmez birlikte yurtdışına gideceğiz." dedi. 

Onur  "Hay, ben böyle şansa.." diye söylendi. Eşyalarını topladı. Garson çocuğa veda etmek üzere seslenirken yanında kızı gördü. Kız "Tekrar merhaba! Gidiyor musunuz?" diye sordu. Onur
"Emir büyük yerden. Patron aradı. Gidiyorum." dedi. Garson çocuk "Abi gitmeden bir bira veya çaya davet etmeyecek misin ablamı?" deyince Onur da canına minnet kıza dönüp, "Size bira mı çay mı ısmarlayayım?" diye sordu. Birlikte birer çay içtiler. Kızın adı Sevda'ydı. Daha bu sene doktorasını bitirmiş Güzel sanatlar fakültesinde öğretim görevlisi olmuştu. O da İstanbul'dan geliyordu. Bir köpeği ve bir papağanı vardı. O da Onur gibi "felsefenin tecellisi" kitabını okuyordu. Bir süre kitap üzerinde konuştular. Konuştukça Onur kafa yapılarının ne kadar benzediğine şaşırıyordu. İstemeyerek de olsa vedalaştılar. 

Motelden çantasını alan Onur soluğu İstanbul'da aldı. Şirketin sekreteri Gönül'le evrak, bilgi aktarımı yaptılar. Gece gündüz sıkı bir çalışmadan sonra herşey hazırdı. Onur havaalanına gittiğinde patron henüz gelmemişti. Barda oturup bişeyler yiyip, içti. Bir yandan da patron geliyor mu diye arada başını çeviriyordu. Önce patronu gördü. Her zamanki gibi Burberry takımı Versace çantasıyla göz dolduruyordu. Sonra yanındaki kadını fark etti. Patronun aksine sade bir kot üzerine kollarını sıvadığı bir bluz giymişti. Aklından herhalde bu iş bağlantısını sağlayan kadın diye geçirdi. Yaklaştıklarında birden patronun kolundaki kadının o çok etkilendiği Kerpe'deki güzel kız olduğunu fark etti. Beyninden vurulmuşa döndü. Bu arada patron tanıştırma faslına geçip, "Nişanlım Sevda Kara. Sağ kolum Onur." dedi. Hemen ilave etti, "Daha çok olmadı ama hayatta o bir insan ile karşılaşınca zaman nedir ki? Geçen hafta nişanlandık. Yurtdışında işlerimizi hallettikten sonra da evleneceğiz. Nikah şahidimiz olursun değil mi?" dedi. Sevda Onur'a, Onur da Kara Sevda'sına bakakaldı...

13 Haziran 2017 Salı

Kendimce aşk hikayesi


Herşeye burnumu soktuğum gibi sıra hikaye denemesine geldi. Normalde kendime saklarım ama madem halka arz durumu söz konusu belki devamı konusunda fikir veren olur....Kendimce bir aşk hikayesi başlatıyorum....ama tabi ki karikatürsüz olmaz. Bu vesileyle de varlığım bihaber olan ama karikatürleriyle blog yazılarıma renk katıp, fark etmeden bana çalışan #ErdilYaşaroğlu'na teşekkür ederim. Sizsiz yazılarım eksik kalırdı.



Bölüm 1

Onur çalan telefon sesiyle uyandı. Gece sessizliğinde telefon sesi onu panikletti. Hemen açtı. "Abi  uyumuş muydun?" diyen Erol'un sesini tanıdı. İstanbul`a yakın bir yerde motele yerleştiklerini haber veriyordu. Kısa bir kararsızlık döneminden sonra "Erol lütfen  benim için de rezervasyon yaptır. Mesaj atarsın bilgileri. Sabaha geliyorum." dedi. Çantasına mayo, merserize kazak ve bir deniz havlusu ilave ederek ışıkları kapadı. Derin bir uykuya daldı. 

Sabah erkenden yola çıktı. Kerpe yemyeşil ormanla çevrili Karadeniz`in dantel kıyılarında yer alan koylardan biriydi. Odaya yerleştikten sonra kayalıklar yazan okun gösterdiği tarafa yürümeye başladı. Bir yandan da kendi kendine "Ne kayalığı be oğlum denize at kendini. Sonra da etrafı seyret, uyu, kitap oku. Şehirde de yeterince kaya var." diye söylendi.  "Kerpe diem" yazılı özel plajı olan kafe-restauranta girdi. Buz gibi Bomonti bira ve patates tava söyledi.  Önünde  çarşaf gibi  bir deniz vardı. Denize girip, çıktıktan sonra görevli  çocuğa "Benim buraya ilk gelişim. Akşam nerede ne yemeliyim? Akşamları ne yapılır?"  diye sordu. Çocuk "Abi Kerpe'de balık yenir? Restaurantların hepsinde balık vardır. Bizde de var." Akşam hazırlandıktan sonra Ceneviz Kahvesi'ne girmeye karar verdi. Bütün masalar doluydu. Ancak rezervasyon yaptırmış olan bir masa daha gelmemişti. Onlar gelene kadar yemeğini bitirme sözüyle masaya oturdu. Tam yemeğini söylemişken masanın "sahipleri" geldi. Belli ki kız akşamı yapıyorlardı. Birkaçının parmağında yüzük vardı. Fakat dikkatini çeken biri vardı ki onun parmağında yüzük yoktu! Neyseki vicdanlı çıkmışlardı da boş kalan sandalyede oturup, yemeğini bitirmesine karşı çıkmamışlardı. Yemeğini bitirip, kalkarken yanına oturmuş olan beğendiği kıza tekrar teşekkür edip, "Hayatta hep iki kez karşılaşıldığına inanırım. Görüşmek üzere." dedi.



6 Haziran 2017 Salı

Adaptasyon

Bu yazımda adapte olmaya çalışan, değişen benden bahsetmek istiyorum. İçimden geçenlerden, korkularımdan, yaşadıklarımdan, yapamadıklarımdan... Zaman  içinde Bay  P. yavaş da olsa sinsi sinsi ilerliyor. Benden koparta koparta gidiyor. Gidene yapabileceğim bir şey yok. Yapabileceğim şeyler bulup, bulduklarımı gidenlerin yerine koyup, benliğimi koruyorum.


Bugüne kadar iyi yada kötü ayakta kalarak mücadelemi devam ettirdim. Zaman zaman taşsam da,  usansam da, yorulsam ve bunalım  çukurlarına düşsem de VAZGEÇMİYORUM. Her kötü dönemimden sonra yeniden yapabildeklerimi artırmaya ve çeşitlendirmeye çalışıyorum. Erişebildiğim herşeyi yapmak, en azından denemek istiyorum.

Resim yapıyorum. 10-15 tane kadar  oldu. Birkaçını yakınlarıma hediye ettim bile. Şiir yazıyorum. Tam 40 tane oldu. Hikaye yazıyorum. İçime sinen birşey ortaya çıkardığım  zaman mutlu oluyorum ve kendimi iyi hissediyorum. Bu arada blog yazılarını da yazıyorum. Yapıyorum, uğraşıyorum. Zaman zaman şiirlerimi ve hikayelerimi bloga da koymak istiyorum. Şimdiye kadar bazı bazı kendi facebook sayfamda yayınladım.

En başlarda bir iki şiir denememi blogumdan da paylaşmıştım. Son şiirlerimden birini paylaşıyorum. Sizce olmuş mu ?

KİM BİLİR?

Kitap arasındaki kurutulmuş güller
Maziden bugüne  neler gizler
Görünce kalbini sızlatır
Geçmiş yılları hatırlatır
Birkaç anı bölük pörçük
Bir hayal belli belirsiz zihinde kalan
Kim bilir?  Nerede?  Ne zaman?