28 Mart 2016 Pazartesi

Madalyonun iki yüzü

Beni ara ara görenler  “Maşallah çok iyisin. Hiç hastalanmamış gibisin.“ diyor. Sanırım bir de “Onun hastalığında ne var ki? Yatırmıyor. Ağrısı da yok” diye düşündürüyorum. Bu da yine sanırım üzerimdeki beklentiyi arttırıyor. Yapamadığım, yapamayacağımı söylediğim şeyler için “Biraz gayret et. Biraz zorla kendini.” gibi tavsiyelerle karşılaşıyorum.

Eş dost çevresinden moral vermek için  “Çok iyi görünüyorsun. İyileşiyorsun. Belki de ilk iyileşen sen olursun.” diyenler de var. Ayrıca hastalık konusunda bir fikirleri olmadığı için hastalıktan hiç bahsetmeyip, ciddiye almayanları da görüyorum. Bazen içimden kızıyorum bazen de kendim de etkilenip, oyunbozan olmamak adına, kibarlık adına, eşimi etkinliklerden mahrum bırakmamak adına “Peki” diyorum. Her verdiğim sözün ve etkinliğin ardından  “Bir daha yok” desem de (kendi kendime) teklifler gelmeye, ben de “Evet” demeye devam edeceğim galiba. Bu karmaşa ruhsal dengemi  de etkiliyor. Bir “ben klasiği” ile kendimi ifade edemeyeceğimi düşünüp, anlatmaktan vazgeçiyorum.

Nasıl anlatabilirim ki  insanların karşısında  madalyonun bir yüzündeki ben varım. Biraz yavaş hareket eden ama toplumdaki yerini koruyan ve uymaya çalışan biri. Zaten mücadelemin amacı da bu. Burada bir yanlışlık var. Yanlışlık madalyonun öteki yüzünün görünmeyişi. Başarılı olduğumu düşündüğüm bu uyum ve görünüm herkesle birlikte beni de şaşırtıyor. Ayrıca yapabildiklerimdeki tutarsızlık yani neyi yapıp yapamayacağını bilememek de oldukça asap bozucucu.


Sonuç olarak  benim kendi içimde yaşadıklarım dışında bir de dışarıdan nasıl göründüğüme dair aldığım geribildirimlerin yarattığı algıya değinmek istiyorum. Yapılan yorumlara bakılırsa turp gibiyim...  


Ama temcit pilavını ısıtmayacağım siz benim nasıl olduğumu zaten biliyorsunuz...

25 Mart 2016 Cuma

Temcit pilavı

Can çıkar huy çıkmaz derler ya! Değiştirmem gerekenleri biliyorum. Bunları doğru da buluyorum. Fakat bilmekten uygulamaya geçirmek hala çok da başarılı olduğum bir konu değil.

Hep tekrarladığım birkaç cümle var. "Parkinsonlu olduğum gerçeğini kabul ettikten sonra Bay P.'nin kurallarına uyarak yaşamak zorundayım. Bu bir seçenek  değil. Bu bir  mecburiyet."

Yazdıktan sonra bu cümleleri yine sarf ettiğimi fark ediyorum. Yine, yeni ve yeniden. Anlatmak istediğimi anlatamadan temcit pilavı misali ısıtıp ısıtıp sizlere servis etmek üzereyken kendimi yakalıyorum. Ben bile bıktım kendi cümlelerimden fakat ben fark etmeden her yere sıkışıyorlar. Okuduktan sonra siliyorum nede olsa okuyanlar artık bıkmıştır diye.

Temcit pilavı demişken hikayesini de yazıyorum.

Zamanın birinde bir padişah varmış bunun da bir aşçısı varmış. Padişah aşçısının yaptığı pilavı çok beğenirmiş. Gün gelmiş aşçı yaşlanmış ölmüş. Padişah ülke genelinde bir yarışma düzenlemiş. Demiş ki en güzel pilavı yapan aşçılar katılsın bu yarışmaya. Kim benim istediğim gibi yaparsa pilavı onu saraya aşçı alacağım ama pilavı yapamayanın da kellesi vurulacak demiş . Yarışma başlayınca padişah birbiri ardından gelen pilavları yiyor. Her birinde aradığım tat bu değil diyor. Sonunda bir aşçı geliyor istediğiniz pilavı yaparım ama bana iki gün vereceksiniz diyor. Padişah kabul edince mutfağa giriyor ve ertesi gün yenilecek pilavı akşamdan yapıyor. Ertesi gün olunca padişahın karşısına çıkarmadan önce hafif bir tereyağ koyup, ısıtıyor. Padişah yiyince "hıh" diyor. "İşte bu tam istediğim gibi. Öbür aşçı gibi yapıyorsun."

Gündemim 60 senedir ne ise yine aynı. Her gün günlük belirlenen programlar.  Eskisi gibi uyum sağlayamadığım gerçeğiyle ben yüzleşiyorum da...da noktasında kalıyorum. Ben ve temcit pilavım baş başa... Arkadaş, eş, dost, misafirlerle olunca hafiften onların "yeni" beni unutmasıyla ben de kendimi unutacak gibi oluyorum ta ki gerçekçi olmaya mecbur edilene kadar.

Mecburiyetlerime uymazsam pişman ve perişan oluyorum. Titremelerim artıyor. Sesim kontrolden çıkıyor. Dikkat uçuyor. Açıkçası ben kibarlık budalası olunca Bay P.'nin ayak sesleri daha yakından geliyor. Kendimi kurbanlık koyun gibi hissediyorum...



21 Mart 2016 Pazartesi

Sabahlarım

Açıkçası hiç havamda değilim!

Ülkemde yaşanılan terör olayları verilen kayıplar her vatandaş gibi beni de çok etkiliyor. Moral, heves, istek bırakmıyor. Tatsızlıkların sonu gelmiyor!


Ama yine her akşamın sonunda yine sabah oluyor...

Akşam içtiğim ilaçların etkisiyle genellikle erken uykum geliyor. Ben de gidip, yatıyorum. Erken yatmamam gereken durumlarda bazı tedbirler alıyorum.  Akşam erken yatınca sabah da erken uyanıyorum. Uykuya fazla sempatim yok. Deliksiz 5-6 saat uyku bana yetiyor.

Sabah yatakta uyanıp gözümü açınca birden fırlayıp, kalkmam. O gün ne programım olduğunu düşünürüm. Bir sıralama yaparım. Sonra besmele çekip kalkar oturma pozisyonu alırım.
Yiyecek ekmeğim, oturacak evim olduğu için, ağrısız aldığım nefes için Allah'a şükür ederim.
Salona geçerken yataktan yeni kalktığım halde  müzmin yorgunluğumun etkisiyle kendimi
kötü hissederim. Benim kalktığım saatlerde ev halkı uykuda olur.Yardımcımız  saat sekizde kalkar.
Eşimin  ne  yapacağı belli olmaz.  Kalkınca tam bir turşu gibi salona geçer. Zorla günaydınlaştıktan sonra ben gazete ile arasına girer bazen gıcıklık olsun diye ona bişeyler sorar yada anlatırım. O da  dinler yada –miş  gibi yapar. Ona bakınca kendimi daha güçlü hissederim.

Eşim kendi alışkanlıklarıyla meşgulken ben de kendi sabah ritüalime devam ederim. Akşamdan seyredemediğim dizi varsa onu seyrederim yada kitap okurum. Tess Gerritson'un Yörünge adlı kitabını bitirdim. Gerilim türü sevenlere tavsiye edebilirim. Şimdi Robin Cook'u Denek adlı kitabını okumaya çalışıyorum.

Yardımcım kalktığı zaman günaydınlaştıktan sonra ona ͞günün en güzel saati ne zaman? diye sorarım. O da "hemen" diyerek mutfağa girip, kahvaltı tepsimi hazırlar. Kahvaltım hep aynıdır. Bir zamanlar kahvaltı tepsimin tahtında peynir otururdu. Şimdi zeytin oturuyor. Domates, salatalık, kırmızı biber, 6 zeytin, 1 kayısı yada katı yumurta, bir dilim kızarmış ekmek, çay(limonlu) arada bir peynir istediğimde oluyor. Kahvaltıdan sonra ödevlerime bakarım. Yazılarıma devam eder, bilgisayarımda oyun oynarım. Saat 10:30-11:00 gibi yardımcımla birlikte kahvemizi içeriz. Her türünü sevsem de favorim  Türk kahvesi. Benim için en makbulü o.

Şu sıralar kara kaleme dönmeye gayret ediyorum. Çizmeye çalıştığım birkaç eskiz
diyemiyeceğim. Gerçekten bayağı emek veriyorum. Bana göre eski performansım değil ama yine de olacağını fark ettim.

Böylece öğlen oluyor.

18 Mart 2016 Cuma

Kara günlerin ardından

O kadar çok negatif olay oluyor ki içimden yazmak gelmedi....Fakat yine ufaktan güneş kendini gösterince bir 10 gün evvele döndüm ve günlüğümden bir sayfa paylaşmak istedim.

"Artık sabahları biraz daha geç uyanıyorum. Yine erken ama hiç olmazsa gün aydınlanmış oluyor. Bu aralar hava güzel. Biz de yardımcımla havanın güzelliğinden istifade etmek için dışarı çıkmaya karar verdik. Evimize yakın olan parka giderek biraz yürüyüş yaptık. O kadar çabuk ve çok yoruluyorum ki, kendim de inanamıyorum, şaşırıyorum. Bundan 3-4 yıl önce bir saat yürüyordum. Hem de her gün. Şimdi bir turu zor tamamladım. Ayaklarımı yerden zor kaldırıyorum. Attığım adımlar sarsak sarsak  (-mış) gibi geliyor. Yürürken denge sorunum var(-mış) gibi hissediyorum. Aldığım hava ciğerlerime gitmiyor(-muş), aldığım hava bana yetmiyor(-muş) gibi geliyor.Yürürken sanki kalbimin üstüne bir ağırlık biniyor. Elimin titremesi artıyor. Velhasılı kendimi çok kötü hissediyorum. Banklardan birine oturarak parka bir göz attım. Parkımız güzeldir. Bakımlıdır. Parkın içindeki birkaç ağaç park yapılmadan öncede buradaydı. Bulundukları arazi park olunca onlar da parka dahil oldular. Mimoza ağacı da onlardan biri. Mimozayı çok severim. Onun rengi kokusu bana bir başka güzel gelir. Banktan kalktım parktaki ağaçlara bakarak bir tur daha attık ve çıktık.
Öbür parka geçerek yavaş yavaş yürümeye devam ettik. Çuha çiçeklerine baktım. Ağaçlara baktım. Sanki tabiat uyanmak için hazır bekliyor. Sonuç olarak ikinci girdiğimiz parktaki çay bahçesine oturduk. Kahvelerimizi içtik. Biraz vakit geçirip eve  döndük. Böylece ben de kış ortası yaşadığımız yalancı bahar havasının tadını çıkarmış oldum."

Havalar 3-5 gün sıcak geçince tabiat uyandı. Kısa süren sıcak havayı bahar sandı. Oysa ki ardından tekrar hava soğuyunca açan tomurcuklar belki de donacak. Nedendir bilmem bana tutulmayan sözleri yerine getirilmeyen vaatleri hatırlatır.

Bu kadar olayın içinde kara mizah da olsa güldürdüğü için bir de karikatür paylaşıyorum..

4 Mart 2016 Cuma

O zaman dans!

Artık sabahları çok erken uyanmıyorum ama yinede kendimi yorgun ve sarsak hissediyorum. Çayımı içtikten sonra anca kendime gelirim. Havada bir  şaşkın bir kararsız benim gibi. Havanın bu kararsız hali benim psikolojimi etkiliyor.

Kahvaltımı yapıp, kendimi günün akışına bırakacağım. Program belirlesek de belirlemesek de  gün kendi ritmi içinde  tamamlanıp, bitiyor. Eskiden gün geçirmek önemliyken şimdi  günü bir şeyler yaparak dolu geçirmek önemli oldu.    

Bugün  çok sevdiğim manevi ablam ve manevi kızım ile beraber tiyatroya gideceğiz. Benim için onlarla beraber olmak yeterince güzel ve anlamlı. Kahvaltıdan sonra evden çıkacağım. Evimizin etrafında halletmem gereken işlerim var. Saat on ikiye kadar onları tamamlamış olacağım.
Tamamladım. Beklemeye başladım. Bana geldiler. Biraz oturduktan sonra Güneş'i görmeye gittik. Güneş'cik doğduğundan beri gaz sancıları çekiyor. Bütün ev halkına uyku uyutmamış. Bol bol ağlamış. Biraz da orada sohbet muhabbetten sonra tiyatroya yetişmek üzere oradan ayrıldık. Evimize yakın sayılacak uzaklıkta olan AVM'deki tiyatro salonuna ulaştık. Oyunun başlamasına yarım saat olduğunu öğrenince AVM deki “Gönül Kahvesine” oturduk.

Oyunun adı “Aklım Kaçtı; Gören Var Mı?” yazan ve oynayan Ali Erdoğan güncel sorunlarımızı mizah penceresinden bakarak irdeliyor. Oyun ve oyuncular son derece başarılı. Seyirci sahneye kitleniyor. Güldürüyor ve gülerken de düşünüyor.


Oyundan çıkınca bardaktan boşalırcasına yağan yağmurla karşılaştık. Doktor kızım arabasıyla evimin önüne bıraktı. Ona bu güzel gün için teşekkür ettim. Vedalaşıp ayrıldım. Sağanak yağmur altında kol çantamı başıma siper ederek evin bahçesine yürüdüm. Eve girmeden dönüp, baktığımda yağmurun altında uzaklaşan arabasının ışığını gördüm. Böylece ben de sevgi dolu sıcacık keyifli bir gün geçirmiş oldum.



Bugün bohçadan sevgi, mutluluk, paylaşım ve tiyatro çıktı. Günümü bozmadığın için teşekkürler Bay P.!