Yazımın konusu bu
olunca nasıl başlayacağımı bilemedim. Acaba öfkelenmemi mi beklesem? Bence bu
biraz tavuk mu yumurtadan, yumurtamı
tavuktan çıkar karmaşasına benziyor. Öfkemi kontrol edemiyorum.
Öfkelenmek insanın
sınırlarının ihlal gösteriyor benim için. Konunun bildiğim tarafından
başlıyorum. Kendimden örneklemeler yapmak istiyorum. Öfkelendiğim gözüm bir şey
görmüyor. Kendimi kızgın boğa gibi hissetmeye başlıyorum. Buz gibi terliyorum.Önce sararıyorum sonra
kızarıyorum. Kalbim deli gibi atıyor. Nabzım kafamın içinde atmaya başlıyor.
Boğazımı bir yumru tıkıyor. Aldığım nefes yetmiyor. Bu noktada öfkelendiğimi
anlayıp, bütün gücümle susmaya çalışıyorum. Susmayı beceremezsem verdiğim cevap
karşımdakine kendimi savunuyormuşum hissiyatını veriyor.
Bunu düşünerek
yapmıyorum. Kendiliğinden ağzımdan çıkıveriyor. Sınır ihlali yapıldığında
kendini savunmaktan daha doğal ne olabilir? Ben eskiden kendimi savunmazdım.
Herhangi başka bir tepkiye yol açmamak için sessizce oturur fırtınanın
geçmesini beklerdim. Son yıllarda hem yaşın hem yaşanmışlıkların vermiş olduğu
deneyimle sınırlarımı tanımaya başladım. Elbette ki yeni tanımış olduğum
sınırlarımı savunacağım.
Sonuçta söylediğim
lafın ardından karşımdaki beni bir daha suçladığı için hem suçlu hem daha da öfkeli
olarak kalıyorum.
Sınırlarımı
kabataslak toparlarsam anlaşılmamak,
ironi, müstehzi ifade, empati yapamamak, fikirlerimin ve yaptıklarımın
değersizleştirilmesi, sürekli müdahale edilmesi diyebilirim.
Pratiğe dönersek deli
dana durumuna gelmeden konuşmanın gittiği tarafı anlayınca “Ben bu konuşma
konusundan/şeklinden rahatsız oluyorum. Lütfen konuşmayı bitirelim.” demek
yeterliymiş. Oh! rahatladım. Bu kadar basitmiş.
Sıra geldi uygulamaya
bakalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder