Lise
yıllarımda müzik bölümündeydim. Resimle pek ilgim olmadı. Şimdilerde
ilgileniyorum. Sığınıyorum adeta.Teknik, usul bilmiyorum. Önce karakalem çalıştım. Buna ben bakarak
resmetme diyebilirim. Sonra boyamaya geçtim. Birara Bauhaus’dan çizilmiş tuvallerden alıyordum.
Şimdi internetten step by step resim yaptıran videolar bulup, onlardan
yararlanıyorum. Mesela kuşlu bir resim yapmaya çalışırken serçe yerine karga, tavuskuşu
yerine papağan yapabiliyorum. Benim için fark etmez nasıl olsa hepsi kuş değil
mi? Bu aralar boş tuvali boyarken konu oluşturmaya çalışıyorum. Amaçlayıp,
başladığım resimle sonunda ortaya çıkan resim genelde farklı oluyor. Bunlar
benim için hiç önemli değil çünkü ben resimle boyalarla uğraşırken eğleniyorum,
özgürleşiyorum. İyi vakit geçiriyorum.
İç dünyamı tuvalime aktarıyorum. O andaki
duygularımı renklere döküyorum. Rahatlıyorum. Oyalanıyorum. Kendi renkli
dünyamda mutlu oluyorum. Kimseden yardım istemem gerekmiyor!
Bunları
terapistime anlattım. O da “Dünyanın her yerinde nörolojik hastalıkların rehabilitasyon
dahilinde sanat terapisinden faydalanır.” diyerek beni resime doğru yönlendirme
sebebini açıklamış oldu. Yine ondan edindiğim bilgilere göre şu sıra Amerika’da
“Zentangle “ modası varmış. Terapi niteliği taşıyan bu modada bardak altlığı
boyutunda kağıtların üzerine içinizden geçen herhangi bir deseni çiziyorsunuz.
Bu
söylediklerini dinledikten sonra ben de ne zaman gittiğimizi hatırlamadığım
Edirne gezisinde dolaşırken gördüğümüz şifahane denilen yeri hatırladım. Orada
verilen bilgiye göre Osmanlı zamanında
bu şifahanelerde nöropsikiyatrik
hastalığı olanları su sesiyle tedavi ediyorlarmış. Öğrenmenin yaşı yok
derlerdi. Doğruymuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder