25 Ekim 2015 Pazar

Hayallerim

Önceki yazılarımı okuduysanız fark etmişsinizdir zaman zaman olumsuzluk çukuruna düştüğümü. Bunun bir sürü sebebi olsa da aslan payı Bay P.’ ye ait.

Düştüğüm noktadan patinaj yapmadan hemen çıkmanın yollarını aradığımı da biliyorsunuz. Böyle zamanları bazen sıcak köpüklü bir Türk kahvesi içerek yada sevdiğim bir müziği dinleyerek atlatmaya çalışıyorum. Atlatabiliyorum.

Bu  bir mecburiyet!

Herkesin kendine özgü bir atlatma formülü vardır elbette. Daha önce çok detayına girmediğim bir konu Parkinson’la ilgili haberleri takip edişim. Tv, gazete ve dergilerde bulduğum bilimsel araştırmaları takip ediyorum. Yabancı kaynaklardaki gelişmeleri de terapistimin  tercümeleriyle öğreniyorum. Öğrendiklerimden güç kazanıyorum. Bu güce dayanarak daha çok hayal kurup, daha çok ümit ediyorum.

Bilim insanları her gün yeni bir şeyler deniyor, araştırıyor, buluyor. Parkinson’un yakın bir tarihte tamamen geçirilecek hastalıklar arasında yer alacağına inanıyorum. Böyle bir durumda hayatımda ne değişirdi diye düşündüğüm zaman vardığım sonuç bağımsızlık oluyor. Kimseden destek almadan özgürce yaşamak. Hedef ve ümit bu!          
             

19 Ekim 2015 Pazartesi

Metamorfoz

Sudan çıkmış balık gibiyim şaşırıyorum
Yeni benliğime alışıyorum

Parmaklarım kıpırdamıyor sanki.
Oynamıyor

Elim kolum yerinde çok şükür ama beni dinlemiyor
Gözlerim Görüyor çok şükür bakıyorum boş boş.

Anlamsız,ifadesiz
Sanki taş bebek gözü gibi oldu gözlerim

Ayaklarım bacaklarım yerinde duruyor çok şükür
Var ama sanki bana ait değil gibi

Yürüyor, hareket ediyor
Anlamsız,uyumsuz adeta
Robot gibi......

Sanki ben olmayan bir ben kaplamış dış görünüşüm
Ruhum içime sığmıyor taşıyor
Taşamıyor ,aşamıyor,yaşamıyor
Çöküyor

Dibe vuran ruh ne hale gelir
Ruhum parçalanıyor,ufalanıyor.
Kum gibi oluyor
Kumlar üstüme yığılıyor sanki bugün
Eziliyorum adeta yok oluyorum

Yaşıyorum çok şükür yaşamıyormuşum gibi
Yaşamak ve bunlara alışmak bana zor geliyor



http://assets.vr-zone.net/6744/robot.jpg

12 Ekim 2015 Pazartesi

Yazlıkta son günler

Yaz takvimlere göre bitti ama geride pastırma yazı gibi günlerde var. Yaşadığımız kestane karası fırtınası ile sonbahar resmi açılışını yapmış oldu. Bahçemizde biriken kuru  yapraklar esen rüzgarla oraya buraya savruluyor. Biz  daha yazlıktayız.

Benim terapim için İstanbul’a aynı gün gidip dönmeler beni zorluyor. Seyahat sırasında camlar kapalıyken eşimin durmadan sigara içmesi iyi gelmiyor. Hastalıktan zaten etkilenen sesim iyice kısılıyor ve çatallanıyor. Bir yandan şehre dönmeyi dört gözle beklerken bir yandan da kalmak istiyorum. Karasız kalıyorum. 

Burada hava soğuk da olsa kalın giyinerek akşama kadar balkonda olmak hoşuma gidiyor. Tabiatı, toprağı, denizi görüp hissedebiliyorum. Hava müsait olursa ormanda yürüyebildiğim kadar yürüyüp, değişen renkleri görüp yaşama şansım var. Tanımadığım için toplamadığım mantarları görüyorum. Normal boyundan küçük ama daha lezzetli olan, toplayıp,  pişirdiğimiz orman kestaneleri hoşuma gidiyor. 



Ezo'muzu da burada bırakmak zorunda olmamız beni burada kalmaya itiyor. Akşama  doğru hava soğumaya başlayınca şömineyi yakarak, alevin ve ateşin doğal dansını seyrederek içtiğimiz şarapların tadı da bambaşka...

Terapilerime kolay gidip gelmek ve terapilerimin sıklığını artırmak için ise şehre dönmeyi istiyorum. Sağlık kontrollerimizin vakti de geldi. Burada inzivaya çekilmiş gibi olduğum için arkadaşlarımı, alışveriş merkezlerini ve hatta şehrin gürültüsünü bile özledim. Sosyal hayata katılabilme arzusu da yine dönüş isteğimi kamçılıyor. Hatta ve hatta İstanbul'a gelenler daha niye dönmediniz diye sitemde bulunduğu için de dönmek vakti geldi...


11 Ekim 2015 Pazar

Parkinson'da neden günlük tutulmalı..?

Aşağı yukarı dört seneden beri bu hastalıkla uğraşıyorum. Bu bana o kadar uzun bir süre gibi  geliyor ki önceki hayatım var mıydı yok muydu bilemiyorum. Gerçek hayatım hangisi diye düşünüyorum. Böyle  zamanlarda günlüğüm devreye giriyor.

Kaybetmem gerekirken verdiğim uğraşı yada güçlü mücadele sayesinde ancak yavaşlatabildiğimiz bu hastalığın beni nereden nereye getirdiğini günlüğüm hatırlatıyor. Günlük yazmak bana nerden nereye geldiğimi görmemi ve en doğru şekilde doktoruma aktarmama yardımcı oluyor. İlk anda göremediğim ama yönlendirmeler ile büyük resmi görerek, geldiğim noktayı kabul etmemi sağlıyor. Bu noktayı kabul etmek bile başlı başına olay oluyor. Ne yaparsam yapayım Bay P. sinsice ilerlemeye devam ediyor. Böyle zamanlarda terapistimin mucizeleriyle kendime gelip, yangından ne kurtarırsam kar diye düşünüyorum. Günlüğümle takip ettiğim/ettiğimiz şey çok. Ellerimin titremesi, moral durumlarım, ev hayatımdaki rutinler, zorlandığım şeylerdeki değişiklikler, etkilendiğim olaylar/konular, sesim, yazım, cümle yapım. Terapistim takip ettiğimiz herşeyin tedavim için gerekli ve ileriye dönük bilgiler verdiğini söylüyor.

Hangi şiirden hatırlıyorum bilmiyorum ama;

“ Yürü,enginlerin bittiği son hadde kadar
İnsan hayal ettiği müddetçe  yaşar” demiş şairin biri….

Ben de yaşadığım sürece  umut ederek hayallerimi karartmadan  günlüğümü yazmaya mücadele etmeye devam edeceğim.

İlkem: “Kaybetmektense ; yavaşlamaya razıyım” olacak...

9 Ekim 2015 Cuma

Sonbahar vurgunu

İtiraf etmem gerekir ki; bu aralar iyi değilim. Kendimi  hiç iyi hissetmiyorum. Herşey ters gidiyor. Terslikler zaman zaman başımıza gelebilen hayatın bir parçası olmakla beraber ve bunu bilmeme rağmen, bu sefer şarj etmekte zorlanıyorum. Adeta edemiyorum. Teknoloji ile aram aksak topal giderken, çıkan terslikleri kendi kendime halledemiyorum. Bazen bir şeyi tam öğrenmeden uygulamak ne kadar doğru diye düşünüyorum. Bilgisayarım galiba kafayı yemiş

Onda daha rahat yazı yazabiliyordum. Evdeki  Ipade transfer oldum. Pek sevemedim tek parmak yazmak zor, iki saatte yazdığım yazı bir anda kaybolup gidiyor. Geri getirmeyi de bilmiyorum.Yeniden yazmak istemiyorum.

Neyse kendimi zorlayarak gece 3’e kadar oturdum ve kaybolan yazımı tekrar yazdım. Dolayısıyla üzgünüm. Konuları iyi toparlıyamıyorum. Neyi nasıl yapacağımı kestiremiyorum. Garip bir durum yaşıyorum. Herşeyi  yapıyormuşum gibi ama  isteksizliğimden tuhaflığımdan bir şey beğenmiyorum. Beğenmeyince de boşa zaman harcamışım gibi geliyor. Havanın yaptığı karar verememezlik hali ruhuma da yansıyor.

Gönlüm ne aradığını bilemezken ruhum sonbaharın hüznünü, romantizmini, kendini bilmezliğini, duygusallığını yaşıyor. Hassas ve kırılganım. 

Bu arada yetmezmiş gibi Bay P.’de hırsını parmaklarımdan çıkarıyor. Ellerimin titremesi arttı gibi geliyor. Resim boyasam şekillerin kontürlerini çizemiyorum. Ruhumu saran serkeşlik haline bazen aldırma gönül bunada şükür, bakalım bundan sonra üstüne neler gelecek kim bilir diyerek toparlanmaya  çalışıyorum. 

       



Bunların sebebi mevsim değişikliği mi yoksa bizim P.’mi bilemiyorum ama kendimi rotası kaybolan gemi gibi veya sonbahar vurgunu yemiş gibi hissediyorum....

5 Ekim 2015 Pazartesi

Değişen mevsimler

Her mevsim kendine özgü güzellikler taşıyor. Sağlığı yerinde olan her insan bu güzellikleri fark ederek yaşamalı.

Kış mevsimi soğuğuyla, kestanesiyle, yağan lapa lapa karıyla, kar tatiliyle, sömestr tatiliyle, kardanadam yapmayla, kızağıyla, kayağıyla ayrı bir alem. İlkbahar canlanan tabiat, çiçeklenen ağaçlar, papatyalar, mimozalar,laleler, güller, erguvanlar. Evden çıkma zamanı. Yürüyüşler yapma, pikniğe çıkma zamanı. Seyahatler için de en uygun mevsim. 

Yaz sıcağıyla, tatiliyle, deniziyle, bolluğuyla, bereketiyle güzel. Tatilde gelen torunlarla, misafirlerle, evlatlarla güzel. Sonbahar değişen tabiat manzaralarıyla, soğuyan havasıyla, gidilen kaplıcalarıyla, yapılan kış hazırlıklarıyla bir başka güzel...Telaşlı koşuşturmalı geçen metropol hayatı içinde bu güzellikleri görmeden fark etmeden günler aylar yıllar, işten eve, evden işe yada neyse mecburiyetler ve meşguliyetler içinde hızla akıp gidiyor. Ben şahsen böyle düşünüyorum. 



Mevsimine göre zamanımı değerlendirdiğimi düşünmekle birlikte şimdi diyorum ki keşke herşeyi daha bir dolu yaşasaydım. Şimdi mevsimler değişiyor. Ben de; hızla direnmeme rağmen maalesef ben de değişiyorum. Kış mevsimi dört gözle beklediğim kayak tatilimiz artık yok. Sağlık durumum kayağa uygun değil.İlkbaharın  güzelliğini parklarda görebiliyorum. Keyfimce gönlümce uzun yürüyüşler yapamıyorum. Seyahate çıkarken istediğim yere değil, bana uygun olan yerlere ve mutlaka biriyle gitmem gerekiyor.Yaz mevsiminde çok sevdiğim denizin bile tadını tam çıkaramıyorum. Sanki kollarım bacaklarım beni dinlemiyor. Mevsimler değişiyor. Ben de değişiyorum. Şimdi Sonbahar’dayız ve haliyle kapanan havayla insanı da ister istemez bir melankoli sarıyor. Çocuklar okula başladığı için yazlıklar boşalıyor ama öte yandan şehir ve trafik giderek doluyor ve çekilmez hale geliyor. Balıkçıların bayram ettiği bir mevsim. Palamut ve istavrit zamanı.  Beyler avda, hanımlar şehirde torun peşinde. Eskiden sonbaharı daha çok severdim. Yağmurda yürüyüş yapmayı çok severim. Şimdi bana şömine başında kitap okumak düşüyor.  Ayak uydurabilmek için değişmem gerekiyor.



Sevdiğim terk etmek zorunda kaldığım şeylere üzülmek yerine yapabileceğim yeni şeyler bulup onları sevmeli ve yapmalıyım diye düşünüyorum. Arayan insana hayat her zaman değişik alternatifler sunabiliyor. Yeter ki; hayatın yaşanmaya değer olduğunu unutmayalım ve içimizdeki yaşam sevincini kaybetmeyelim.




2 Ekim 2015 Cuma

Teknoloji ve çocukluğum

Teknoloji kavramı düşündüğüm zaman beni eskilere çocukluk yıllarıma götürüyor.

Cumartesileri İdil Öztamer’in  sunduğu Çocuk Saati ile radyoyu saat 11 matinesinde Marmara  Sineması'nda Cumartesi-Pazar gösterilen çizgi filmle sinemayı hatırlatıyor. Daha sonraki yıllarda oturduğumuz sokakta sadece birkaç evde olan çamaşır makinesi ve buzdolabını  yine oturduğumuz sokakta üst  komşuda bulunan markasını bilemediğim siyah arabayı....

Ilkokul yıllarında evimizde gaz ocağı'ndan  havagazlı ocağa geçiş, okulda mikrofon, pikap yılları hatırlamamakla birlikte evimizde radyo ve pikap vardı. Şimdi rahmetli olan küçük ağabeyim  batı müziği'nin ve TSM ‘nin o dönem meşhur olan bazıları. Hala unutulmamış olan Müzeyyen Senar, Nesrin Sipahi vs gibi sanatçıların plaklarından alırdı. Daha sonra teypler çıktı pikaplardan, teyplere geçiş oldu. Yürüyen merdivenler,otomatik açılıp  kapanan kapılar, ilk siyah beyaz televizyon. Beraberinde  oluşan telesafir olayı (güzel program olan Akşamlar tv'si olmayanlar  tv’si olan arkadaşlarına misafir olur ve birlikte tv seyredilir) .O zamanların meşhur dizileri.  En başta Dallas, Kaçak vs gibi. Ilk yerli üretim araba Anadol çok beğenilip rağbet görmüştü. Sonradan Murat, Şahin, Kartal olarak adlandırılan modeller üretildi.

O dönemler telefonla konuşmakta bir hayli zordu. Postahaneye gidilir. Görevli memura görüşeceğin numarayı, görüşme yapacağın şehri veya ülkeyi belirtip sıraya girip beklenirdi. Sırası gelene memur seslenir. O da telefonlu kabine girerek konuşmasını yapardı. Şimdi bir cep telefonum var. Üstelik birkaç defa da  değiştirdik  ama hala hakkıyla her fonksiyonunu bilerek kullanamıyorum. Öğrenme durumlarımda bir önceki yazımda da belirttiğim gibi zorluk çekiyorum.

Zaman içinde evlere buzdolabı,otomatik çamaşır makinesi,Bulaşık makinesi,elektrik süpürgesi ve renkli tv girdi. Herkes bütçesine göre. Çeşitlenen araba modellerinden birini alarak evinin önüne çekti. Video, DVD, cep telefonu, bilgisayarlar devreye girdi. Laptoplar ,ı’padler.Bildiğim yada bilmediğim bir sürü buluş, teknoloji ürünü piyasaya sürülmekte ve hayatımızı “kolaylaştırmakta”. “Kolaylaştırmak” diyorum çünkü önce kullanabilmek gerekiyor.