30 Kasım 2015 Pazartesi

Ben mi abartıyorum...?

Bu yazıda genel  bir paylaşım yapmak istiyorum. Yaşadıklarım, duyduklarım sizlerin de bunları  yaşadığınızı düşünmem konu seçimime yardımcı oldu. Konumuz  neleri yapıp yapamayacağımızı biz bile bilemezken (bir yaptığımızı bir sonraki seferde yapamamak da var işin içinde) birlikte yaşadığımız kişilere, ailemize, dostlarımıza  bu durumun hastalığın sonucu olduğunu anlatabilmekle ilgili……

Bu konuda yaşadıklarımı zaman zaman çeşitli yazılarımda paylaşmıştım. Terapistimle paylaştığım zaman ortaya şöyle  bir durum çıktığını gördüm. Bizim kültürümüzde dışarıdan görülmediği, yatılmadığı zaman  hastalık ciddiye alınmıyor. Hastalanan da hasta yerine konulmuyor.
Zaten güç bela uyum sağladığınız "normal" yaşantı şartları içerisinde de ne kadar zorlandığınız düşünülmeden hasta olduğunuz ya unutuluyor yada önemsenmiyor.

Bunu hissettiğim zaman  moralim bozuluyor. Moralim bozulunca enerjim tükeniyor. Kımıldamayı bile istemiyorum. Sadece yatmak istiyorum. Yatınca da daha karamsar daha melankolik durumlara girip, ağlama krizleri yaşıyorum. Herşeyi dramatize ediyorum. Bu da hayretle karşılanıp, abartıyorsun, abartma deniyor. Gerçekten abartıyor muyum diye kendimi sorguluyorum. Fakat yaşadıklarımı dile getirmediğim zaman kale alınmıyorum. Abartmıyorum! Sadece gerçeklerimi paylaşmaya çalışıyorum.

Terapistimden duyduklarım arasında hastalara verilen ve kırıcı olan farklı tepkiler;
"Herşeyi yapabiliyorsun da bunu mu yapamıyorsun.
Rol yapıyorsun.
Nazın bize geçiyor tabi.
Her zamanki gibi abartıyorsun, yok birşeyin.
Gayret edersen yaparsın."

Neden yapılamadığının anlaşılmaması....yapma isteğimizin sorgulanması....kim başkasına muhtaç olmayı, geride kalmayı ister ki?

Yaşadığımız ve ayakta durabildiğimiz sürece hayat istekler, meşguliyetler ve mecburiyetler olarak devam ediyor. Bütün bunları yaşarken çektiklerimizin ͞gerçek mi, abartı mı olduğu konusunda tartışmaya gerek yok. Yaşayan bilir.

27 Kasım 2015 Cuma

Ben de varım!

Teşhis konulduktan sonra hissettiğim korku ve yalnızlık duygusunu terapistime anlattığım zaman bana fikir anneliği yaptı ve yalnız değilsin dedi. Beni blog yazmaya yönlendirdi. Ben de bir nebze umut olurum diye düşündüm. Ben hasta olanlara veya hasta yakını olanlara benim gibi, sizin gibi, başkaları da var demek istedim.


Gördüğünüz gibi ben de zaman zaman -hatta çoğu zaman- bunalıma giriyorum. Dışarı çıkmakta ve yazmakta zorlandığım zamanlar oluyor. Blogum için yazdığım her yazıdan sonra yorum var mı diye bakıyorum. Blogların forum olmadığını biliyorum ama ben de başkalarıyla ortak sıkıntılarımızı okuyup, paylaşmak istiyorum. Eleştiri, tenkit, takdir, yorum hepsi kabul ve makbul. Ben de sizden bir  paylaşım bekliyorum. Sizde benimle aynı ve benden farklı neler var? Yaşadığınız en büyük zorluk ne?

Şu anda cevap olarak aldığım tek şey okunma sayımda olan  artıştan ibaret. Gösterdiğiniz ilgi için çok teşekkür ederim. Mayıs ayından beri her yazımla bunu yaptığıma hala inanamadığım gibi bu kadar takip edenim olduğuna da inanamıyorum ve çok mutlu oluyorum.

Lütfen siz de bana yorum yapın ki ben de yazılarıma daha iyi yön verebileyim. Bizde bir deyiş vardır "Dertler paylaştıkça azalır. Sevinçler paylaştıkça artar." Ben de   yaşadıklarımızı paylaşalım, Bay P.'nin hayatımızdaki etkileri konusunda ortak çözümler üretelim istiyorum. Çünkü ben de sizden biriyim.

23 Kasım 2015 Pazartesi

Nihayet İstanbul...

Nihayet İstanbul’a dönmeyi düşünmeye  başladık. Gerek havaların iyi gitmesi, gerekse yazlığımızın  İstanbul’a yakın olması sebebiyle  bu zamana kadar kaldık. Eşim için kalma sebebimiz  her gün tuttuğu  iri iri sarı kanatlar. Onun için balık tutmak çok keyifli bir iş. Bu gelişimizde ben İstanbul’daki evimizde kaldım. Perşembeye kadar yalnız değilim. Yardımcım yanımda ama oda  Perşembe  günü memleketine  gidiyor. Eşim pazartesi gelecek. Dolu dolu üç gün kendimi değerlendirmek için  iyi bir süre.  

Sabah  yardımcımla çarşıya çıktık. Hava  güzeldi. Zorlanmadan iki saat dolaştık. Yoruldum. Şehir hayatı dışarı çıkma mecburiyeti yaratırken geç vakte kadar kaldığım yazlığımda, dışarı çıkıp markete, ATM’ye, alışverişe gitme durumu yok. Hem öyle merkezler yok, hem de yazlık olduğu için her yer kapalı. 

Yazlığımızın olduğu yerin havası  temiz orada  doğanın içindeyim gündüz balkondayım. Güneş çekilmeye başlarken buz gibi havada içerideyim. Bu aralar bir de üşüme sorunum var. Ev büyük, şartlar kısıtlı olduğu için yardımcısız benim orada kalmam mümkün değil. Eşim gündüz hava kararıncaya kadar denizde balık tutmayla meşgul  olduğu için ben yalnızım ve sıkılıyorum. Aslında her iki evin ayrı ayrı zorlukları var.  Bu mevsimde yalnız kalmak için şehir hayatı daha uygun bence. Ev sıcacık. Isınma sorun değil. Bir odaya tıkılmak gerekmiyor. Ev sıcak olunca her saat  çalışmak mümkün. Yalnız olduğum sürece yemek yapmam gerekmiyor. Karın doyurmak için bir telefon yetiyor. Buna karşılık yazlıkta Ezo var. 

Sanıyorum ki  tamam  artık ben döndüm  desem de(diyorum) daha birkaç kez haftaiçi haftasonu günü birlik gidip, döneceğiz. Daha önce hoşuma bile giden bu –hop orada,-hop burada durumları  artık zor geliyor. Eşim de aylarca bu sezon tutacağı balıkları hayal ettiği için bir orta yol bulmam gerekiyor. Denge sorunum olduğu için de orta yolu kestiremiyorum. Benim tamam, yeter demem orta yol olur mu acaba? 

Bu durum  bana herkesçe bilinen bir Nasreddin Hoca fıkrasını hatırlattı. Hocaya  sormuşlar:”Hocam dünyanın merkezi(ortası) neresi?” Hoca düşünüp, cevap vermiş”- işte burası” diye durduğu yeri göstermiş. Soruyu soranlar”- nasıl olur?,-nerden bildin?” deyince  hoca “-İnanmassanız ölçün” demiş. 

Bilmem anlatabildim mi? 

20 Kasım 2015 Cuma

Farkında mıyız...?

Küresel ısınma iklim değişiklikleri yaratarak beni çıkmaza sokuyor. Artan sıcaklar dışarı çıkmamamı sağlarken birden soğuyan havalar da kalın giyinmemi gerektiriyor. O zaman da ayrı bir zorluk söz konusu oluyor. İkisinde de yürüme ve hareket etme  sıkıntısı var. 
Tuhaf bir dönemde yaşıyoruz

Baharlar kayboldu. Sanki sadece yaz ve kış var. Değişim o kadar kısa zamanda oluyor ki; ben şahsen yazlık mı kışlık mı giyineyim bilemiyorum. Beklenmedik anda başlayan, sele dönüşen yağmurlarda şemsiyesiz çıkılmıyor. Kendimi zor taşırken fazladan şemsiye taşımak da bir başka mesele… Ayrıca şemsiye bir elimde olursa, çantam öbür elimde olmalı. Hepsini bir elimde taşımak beni aşıyor. Bayanların çoğunda olduğu gibi benim çantam da her zaman dolu ve ağır. Bana terapistimin önerisi yürürken hep bir elimin boş olması (olası bir düşmede kendimi koruyabilmem için)

Ayrıca beklenmedik şekilde sabah bahar, öğlen yaz, akşamüstü başlayan rüzgarla kış oluyor. Bu gibi mevsim geçişli olan günlerde bu ani değişikliklere uyum sağlayamadığım için psikolojim de olumsuz etkileniyor. 


İnsan olarak eserimiz sandığımız oysa ki bize hediye edilen dünyayı ne hale getirdik. Açıkçası dünyayı hasta ediyoruz. Hastaya iyi bakıp, iyileştirmek yerine "azıcık ateşi çıkmış, birşey olmaz" diyerek ateşi körüklemeye devam ediyoruz.