29 Şubat 2016 Pazartesi

Fırsatçı Bay P.

Ben  misafirimle alışılmışımın dışında hareketli ve eğlenceli saatler geçirince kendimi unutmuşum galiba...

Yoğun ve dolu geçen üç günden  sonra  misafirimizi yolcu ettik. Pazartesi  normal ve mutat hazırlandım. Terapi günüm olduğu üzere karşıya geçeceğim. Harika bir saat geçireceğim. Artı kızımı görme ihtimalim var. Haftada iki gün karşıya geçmek belli ki eşimin de hoşuna gidiyor. Terapimin bana çok çok iyi geldiğini daha önce anlatmıştım.

Kızımla buluştuktan sonra yürümeye başladık. Bir taraftan da konuşuluyordu. Dedikoduya kendimi kaptırınca bir an gözümü yoldan ayırmıştım ki ayağımın yerde bir şeye takıldığını ve düşmekte olduğumu fark ettim. Ağır çekimde gibi önce elimdeki çantayı fırlattım. Daha sonra iki kolumu öne uzatarak başımı ve yüzümü yere çarpmaktan korudum. Bunlar tabiî ki bir anda ve hızlı oldu. Çıkan sesten   kızım da eşim de bir yerimi kırdığımı zannetmişler. Beni yerden kaldırdılar. Dizlerim, avuçlarım, dirseklerim cayır cayır yanıyordu. Kolumu, bacağımı fazla bir ağrı olmadan rahatça açıp, kapatabilince kırık olmadığına kanaat getirdimHastahaneye gitmeden durumu kurtardık çok şükür. Üstüne kızımla ve eşimle birlikte yemek yedik. Yemekte çaktırmadan birbirimizin yüzünü inceledik. Kızım sık sık nasıl olduğumu sordu durdu. Yüzü bembeyazdı. Eşim önce sarardı, sonra yüzü kızardı. Ben onlar için korktum. Kızımla vedalaştık. Eşim beni eve bıraktı. Eve gelince hasar kontrolümü tekrarladım. Acımasına ve yanmasına rağmen dizlerimde avuçlarımda sıyrık ve morluk yok. Sadece sağ dirseğim derin sıyrıklı ve morarmış. Pansuman yaptıktan sonra yatarak durum değerlendirmesi yaptım. 

Epeydir düşmemişken neden düştüm? Hep gerileyen yerleri yamamaya gayret ediyorum diyorum ama bir itirafım var...Denge egzersizlerimi nede olsa düşmüyorum diye ihmal etmiş olabilirim......Bir de üzerine yorgunluk gelince bizim Bay P. ortamı boş buldu!

Ertesi gün yardımcımın koluna girerek torunumu görmeye gittim. Sanırım artık yalnız dışarı çıkmamam lazım. Üç gün ağrı kesici içtim. Boyun kaslarım, kaburga kemiklerim,...kalanı saymasam da olur(!). Kısacası her tarafım ağrıdı. Adeta üstümden tır geçmiş gibi oldum. Bunları yazmayı düşünmüyordum. Terapistim anlatmamı önerdi. Düştüğüm yerden bir dahaki geçişimde yaptığım olay yeri incelemesinde  anladım ki sebep kaldırımın üzerinde tam çıkarılmamış inşaat kalıntısı bir tümsekmiş. Sonuç olarak kendimce şu kararları aldım:

1. Yürürken sadece bastığım yere bakmak  
2. Konuşmamak, konuşulanı gözümü yerden ayırmadan dinlemek
3. Kendimi unutmamak - Uzun zamandır düşmemiş olmak Bay P'nin dengemle oynadığı gerçeğini değiştirmiyor!


24 Şubat 2016 Çarşamba

İstanbul geceleri ben geliyorum!



 Manevi kardeşim olarak gördüğüm misafirimizle kız kıza gece çıkmaya başka bir ifade  şekliyle  “gecelere akmaya “karar verdik.  Bir hayli araştırdıktan sonra makul, mütevazi, güncel ve  evimize yakın olduğunu düşündüğümüz  Ataşehir’deki bir eğlence mekanına karar verdik. Rezervasyonumuzu yaptırdık. 

Uygun saatte taksiye atlayarak mekanın önüne geldik. İlk anda gözüme dik bir merdiven ilişti.--Eyvah! Demeye kalmadan yürüyen merdiveni fark ettim. Bir yandan burada ne işim var moduna girmeye başlıyordum ki mekanın giriş kapısında karşılandık. Fasıl yeni başlamıştı. Hastalanmadan önceki yıllarımda bu tür yerlere mümkün oldukça giderdim. Şimdi bu tür yerlere gitmek istemiyorum. İçtiğim ilaçlar yüzünden uykum erken geliyor. O akşam uykum gelmesin diye akşam ilaçlarımı eve dönünce yatarken içtim. Gündüz de birkaç kahve içtim. Bir de ilaçların kısıtladığı içki olayı var. Evin sakinliğine alışınca gürültülü müzik sıkar gibi geliyor. Yerimiz güzeldi. Mekanı beğendim. Geniş bir salon, mezeler taze, yeterli ve leziz. İçkinin kapağını yanınızda açıyorlar. Garsonlar ve servis özenli.  Şef ilgili. Fasıl dinleyerek hafiften atıştırmaya  başladık. Canlı müzik dinlemeyi gerçekten özlediğimi fark ettim. 

Tam her şey yolunda gidiyor derken bacağıma giren kramp rahatsız etmeye başladı. Masanın altında bacağımı uzattım. Silkeledim. Bir türlü geçiremedim. Sonunda ayağa kalktım. Biraz ayakta durdum. Geçti. Oturdum beş dakika geçti geçmedi öbür bacağıma kramp yapıştı. Biri geçti öbürü başladı. Gayet sakin bir bacağımdan öbür bacağıma geçiş yaparak taciz eden kramplarla baş etmeye çalıştım. İsmiyle müsemmah, neşeli, enerji deposu misafirimin etki alanına kendimi bıraktım. 

Karşımda  yaptığı play-backleri değme sanatçılar yapamaz. Yanına gelip, mikrofon tutan  sanatçıya “görüntü var, ses yok. Ses olsa atardım kendimi sahnelere  doktor olacağıma sanatçı olurdum” diyecek kadar da çılgın. Maşallah o kadar renkli, enerjik bir  kişiliğe sahip ki....arada sigara içmeye dışarı çıktığı zaman bende salondaki  kalabalığı gözlemledim. Salondaki çoğunluk bayanlara aitti. Herkes giyim konusunda özenli içmeyi,eğlenmeyi ,eğlencenin tadını çıkarmayı çok iyi biliyor. Galiba bayanlar daha çok eğleniyor. En son çıkan sanatçı  pop fantezi yada arabesk türündeki repertuarından sonra sanat müziğine geçiş yaptı. Sanatçının tuttuğu mikrofonda bende şansımı denedim.Sesimin çıkıp çıkmadığı konusunda kararsızım

Kulaklarımın pası silindi. Ruhumun derinliklerinde  uyutmaya ve unutmaya çalıştığım canlı müzik dinleme  özlemim su yüzüne çıktı. Sanatçı, güzel sesi kadar beyefendi kişiliği ve herkese dozunda ilgisiyle taktire şayandı. 



Sonuç: Ben de hala İstanbul gecelerine akabiliyorum! Arayı bir daha bu kadar açmamalıyım...

19 Şubat 2016 Cuma

Fettucine

Yardımcımızın izin günü ben evdeyim. Bu havada yapılacak en iyi şey bence…Eşim  “Filmlere bak. Sinemaya gidelim.” demesin mi? Bir şekilde atlatmak için akşam matinesine gideriz diye geçiştirdim. Akşama da gitmesek olmaz mı demeyi düşünüyordum. Bir yandan da  benim oyalanacak ,yapacak çok şeyim var. Onun hayatı çok monoton çünkü hiçbir şey yapmıyor diye düşündüm. Telefonda hazırlan almaya geliyorum deyince sesinden gitmemizi istediğini fark ettim. Böylece istemeden hazırlandım.

Uzun zamandır sinemaya gitmemiştik.Yakınımızdaki AVM ‘deki  sinema salonlarından bir film seçtik. Bilet alırken bile inşallah kalmamıştır demekten kendimi alamadım. Neyse biletimizi aldık. Biraz dolaştıktan sonra  yemek yemek için önceleri sık sık gittiğimiz yere karar verdik. Menü içinden Fettucini gibi hatalı bir seçim yaptım. 


Tadı çok güzel ıspanaklı kremalı bir sosu var. Yemek ise benim için tam bir işkence oldu. Her çatalımı ağzıma götürdüğümde burnuma kadar bulaşan kremayı nasıl temizleyeceğimi bilemedim. Bir de ortada bir masaya oturmuşuz. Sanki herkes bana bakıyormuş gibi hissettim. Belki kenarda bir masa seçsek bu kadar gerilmezdim.


Aslında yemekte, içtiğimiz şarapta çok güzeldi ama ben eski ben olmadığım için hakkını veremediğimi düşünüyorum. Yemeğin sonuna doğru bir de bardak kırdık. Showumuzu  tamamladıktan sonra sinema salonuna geçtik. Allahtan film güzeldi. Biraz  güldük biraz gözlerimiz doldu. Eve dönerken anladım ki dışarı çıkmak eşime de bana da iyi geldi. Yemekteki huzursuzluğumsa belki de dışarı daha az çıkıyor olmamdan kaynaklanıyor olabilir.   


15 Şubat 2016 Pazartesi

Şaşı kedi Bekir

Sabah kalktım. Belirli bir programım yok. Bugün bana ne getirecek diye düşünürken masa takvimimdeki şaşı kedi Bekirle gözgöze geldik.


 Birden dikkatimi çekti. Aslında köpekler tercihimdir. Her sene köpekli takvim alırım. Bu sene herhalde almakta geç kaldım. Kalmayınca kedili takvim aldım. Hayvanları sevdiğim için çok da önemsemedim. Şimdi takvimi karıştırıp, yer alan kedilere göz attım. Eskiden kedi beslemişliğim de vardır. Çocukluğumda adı”Sarıoğlan” olan bir kedimiz vardı. Gururlu ve kişilik sahibiydi.Yakın geçmişte torunumun kedisi Simba’yla birlikteydik. Kızımda alerjik durum oluşunca  Simba'yı ben almıştım. Kapalı balkonumuzda iki av köpeği ve Simbayla büyük bir aile olmuştuk. Hasta olmadığım için  hepsine seve seve ben bakıyordum. Kedilerin kuyruk sallamasının kızma işareti olduğunu da torunum söylemişti. Köpeklerin tam tersi. Bir seferinde uzun süre kapıyı tırmalayıp sık sık miyavlayan Simba'nın ne demek istediğini sorduğumda o zaman küçük olan torunum bana”-gelin olmak istiyormuş ananecim” diye cevap vermişti. Bakıcısı Nazlı Hanım öğle anlatmış. Bu arada onu da anmış oldum. Bekir beni aldı eskilere götürüp, getirdi.

Hepsinin içinden benim için 2016'nın flaş kedisi düşünen kedi lakaplı şaşı kedi Bekir oluyor. Anlaşılan bugün bana Bekir'i  getirdi. Ama bu beni kesmez. Şimdi giyinip, toruncuğuma gideceğim bakalımEvden çıktım. Hava o kadar güzel ki, içimden yürümek geldi. Hiç acele etmeden yavaş yavaş yürüdüm.Torunumu sevdim, kokladım. Biraz oturduktan sonra yine yavaş yavaş yürüyerek geri döndüm. Böylece 50 dakika yürümüş oldum.

Saat 16.00 yoruldum.

Artık benim için gün bitebilir.

13 Şubat 2016 Cumartesi

Parkinson'lu olmak nasıl bir duygu...?

Geçen gün çok sevdiğim birkaç insanın arka arkaya aynı soruyu sorması bu yazıma sebep ve ilham oldu...

Soru: Kendini nasıl hissediyorsun? Ne durumdasın?

Özgürlüğüm kalmadı. hep yanımda biriyle olmam gerekiyor. Alıştım.  Parkinson sebebiyle donuklaşan ifadesiz yüzüm, titreyen elim, hareketlerimin yavaşlaması yüzünden insanların arasında kendimi rahatsız hisseder oldum ve aileme sığındım. Bazen de tanımadığım insanlarla olmayı tercih ettim. Kaçmadım. Alışana kadar beni Sıkan ,inciten,yardım isteme  durumuna da  alıştım. Zamanla da kabullendim. Kabullenince insanın aklına bile gelmiyor.Yardımla yapabildiğim şeylerde gün içinde karşıma çıkabiliyor. Ailemden kimse yoksa yabancılardanda yardım  rica edebiliyorum.
Henüz kimseden “ –hayır “ cevabı almadım.




İnsanlarla eskisi gibi görüşemiyorum.Yavaş hareket ettiğim ve çabuk yorulduğum  için ortama kalabalıklara uyum zorluğu yaşayabiliyorum. Toplu taşıma araçlarına binebiliyorum. Bu durumun da kendine göre getirisi bile var. Toplu taşımada insanlarla bir aradasın. Etrafı gözlemliyorsun. İster cep telefonu bağımlılığına takıl ister insanların  yüzlerinden  yaş,karakter,burç, meslek Tahmini yap. O günkü psikolojime göre yaptığım şehir içi yolculuğu eğlenceli hale getiRebiliyorum.

Restaurantta uzun oturmalı bir yemekte  bacağım kasılıp karıncalanıp kramp girebiliyor.Gürültülü yerler sıkıyor. Düğün gibi şıklık gerektiren yerlere  çok yakın olmadıkça  gitmiyorum. Genelde moralim  iyi değil. Hayatım boyunca hep yaptığım ve son yıllarda terapistim tarafından oldukça sık tenkit edildiğim bir nokta da var. İlla ki başkalarına öncelik vereceğim. Ben fark etmiyorum ama hep benzer cümlelerle uyarılıyorum "haklısınız, başka insanların da dertleri var ama ben sizi sordum" diyor bana. Ne yapayım? Başkalarının dertlerini düşününce benimki küçülüyor sanki. 

Hep bir etiket ihtiyacı içindeyim sanki. 


Tibet

Yerine koyabilmek esnek olmayı gerektiriyor. Esnek olmak insanı kırılmaktan, incinmekten, karamsarlığa düşmekten koruyor. Mesela ben geçmiş yıllarımda Tibet'e gitmeyi çok istemiştim. Çok seyahat yapmamıza rağmen oraya 
gidemedim. 'Alternatif hayat'ı' yazarken fark ettim ki içimde kalmış. Paraşütle  atlamayı da bir ara kafaya takmıştım. Çocukların lise yıllarında Ankara'da çok meşhurdu. Ama oğluma kayalıklardan denize atlamayı yasaklayıp, ona söz verdirirken ben paraşütle atlayamazdım ya!


İnsanın her istediğini yapması mümkün olmuyor. Para durumu, zaman, sağlık, yaş ve şartlar müsait olmuyor. Bir de öteleme durumu var. 

Yabancı dilleri öğrenmeyi de hep yarım bıraktım. Halbuki iyiydim de. Hep 100 alırdım. Yani hep yarına bırakma huyu...

Neyse.. neyi neyin yerine koydum. Bilmiyorum. Koydum mu, vaz mı geçtim onu da hatırlamıyorum ama dolu bir yaşam sürdüğümü düşünüyorum. 

Şimdi  Bay P. ile yıllara dayanan seviyeli bir birlikteliğimiz var. Onu kızdırmak istemem. Hayatıma o yön verdiği için şu tarz yaşam istiyorum yerine yarınların bana ne getireceğini görüp, ona uyum sağlamalıyım diye düşünüyorum.

5 Şubat 2016 Cuma

Alternatif hayat

Genç ve sağlıklı iken aktif bir hayat isterdim. Uykusuzluğa yorgunluğa daha dayanıklıydım. Daha  sonra iki çocuklu bir anne olmama rağmen, eş dost ziyaretlerini aksatmazdım. Evimizden misafir de eksik olmazdı. Daha da sonra genel müdür eşi olarak koşuşturmalı sosyal içerikli bir yaşam tarzım oldu. Şimdi her şey daha farklı.

Kendi evimde vakit geçirmek tercihlerim arasına girdi. Evin dışındaki hayat daha az ilgimi çekiyor. Ama bu hayattan el ayak çekmek anlamına gelmiyor. Şimdi istediğim programlı, telaşsız, huzurlu bir yaşam kurmak. Fazla sorumluluk almadan, uyum sağlamaya mecbur bırakılmadan yaşayabilmek, ne zaman nereye  gideceğimi önceden bilmek önemli hale geldi. ”Hayır” deme hakkım her zaman olmalı.

Tercihlerim arasında sosyal aktivite olarak kış boyunca bir-iki tiyatroya gitmek, iyi bir yorumcudan TSM Konserine gitmek, ailemle brunchlar yapmak arasıra arkadaşlarımlada buluşabilmek var. İlkbaharda da yurtiçi yada yurtdışı bir seyahat yazın bir hafta bana uyan bir yere gidebilmeyi hedefliyorum. Olabilenlerle mutlu oluyor, olamayanlara hoşgörüyle kısmet değilmiş diyebiliyorum.

Birşeyi bilmek ve istemek yapabilmek demek değildir. Yapılamayanın yerine alternatif bulmak da esnek olabilmeyi gerektirir. Zamanla bunları öğreniyor ve uygulamaya çalışıyorum. Her zaman da olmuyor çünkü dediğim gibi yapılması gerekeni bilmek yapabilmek demek değil.



Örneğin eskiden kışın kayağa gidebilmeyi dört gözle beklerdim. Şimdi sağlığım elvermediği için vazgeçtim. Bazen rüyalarımda kayak yaptığımı görüyorum ama. Araba kullanmak da yapmamam gereken ve vazgeçtiğim aktivitelerden biri.  Şimdi onların yerine  açık havada yürüyüşü ve toplu taşımayı kullanıyorum. Fakat onların verdiği keyfi vermiyor. Ben de keyif almak adına okuyorum, yazıyorum, yazdıklarımı paylaşmaktan, okuyanlarımın artmasından, bir nebze umut taşıma ihtimalinden mutlu oluyorum.


Ne demişler: Allah bir kapıyı kaparsa, başka bir kapıyı açar. 

1 Şubat 2016 Pazartesi

Kitap seçimlerim

Yıllarla birlikte ben de değişiyorum. Değişen fiziğim kadar becerilerim, zevklerim, tercihlerim de değişiklik gösteriyor. Yapabileceğim şeyleri tercih etmeye tercihlerimden de zevk almaya çalışıyorum. Çocukluğumdan beri okurum. Kendi çocuklarımı da uyuturken okuduğum kitaplarla başlayarak okumanın büyüsüyle tanıştırdım. Onlar da kendilerini kaptırdılar ve  hala okuyorlar. Eşim de okuduğu için  evimizin zengin bir kütüphanesi var.

Eskiden her tür kitabı rahatça okur ve en azından kitabın yazarını adını ve konusunu aklımda tutardım. Tercihim meşhur yazarların okumadığım kitapları, ödül almış kitaplar, belirli konularda bilgi veren kitaplar olurdu. Şimdi durum benim için oldukça farklı. Yaşın getirisi olarak devamlı yeni çıkan kitaplara dikkat etmeye çalıştığım halde piyasadaki  yerli, yabancı yazar bolluğu karşısında dümura uğruyorum. Doğal olarak tanıdığım  kalemini beğendiğim yazarları tercih ediyorum. Gözlükle okuyorum. Çağımıza uyarak bilgi edinme işlerini internetten hallediyorum. Duygusal kitapları tercih etmiyorum. Filmlerde, şarkılarda, kitaplarda anlatılan  romantizmin çağımıza uymadığını düşünüyorum.

Bay P.’nin de bohçadan düşürdükleri var tabi. Dikkatimi uzun süre tutamadığım ve ara verirsem çabuk unuttuğum için merak uyandıran, içine çeken kitapları yani oku- unut- zaman geçir tarzı kitapları tercih ediyorum. Seçtiğim kitaplar ilgimi çekerse ve okuma süresi fazla uzun olmazsa okuyabiliyorum. Bunlar da genelde polisiye-gerilim tipi kitaplar oluyor. Gençlik yıllarımda Agatha Christie vardı. Onu beğenmiş ve çıkan bütün kitaplarını okumuştum. Bu tür kitaplar merak uyandırdığı için –ne oldu,-ne olacak diye kitabın içine düşüyorum.


Kendimden uzaklaşıyorum, rahat okuyorum, eğleniyorum. Kendimce başucu yada tatil türü diye adlandırdığım türde takılıyorum yani..



Bu türden tarzını beğendiğim yazarlar : Tess Gerritsen, Robin Cook, Lisa Gardner