22 Nisan 2016 Cuma

Ben kaçtım!

Şu günlerde eşimin arkadaş gurubunun hazırladığı  gemi seyahatinin hazırlıkları içinde olmamız gerekiyor. Tarihi çok önceden belli olan  bu seyahat için henüz hazır değilim. Eskiden olsa şimdi bavulumu kapatıyor olurdum. Sadece eşiminkiler kalırdı. Ama şimdiki ben bambaşka biri. Beş gün sonra yola çıkacağımız halde kuruntular beni yemeğe başladı bile.

Cenova’ya kadar uçak kullanacağım. Sonra koskoca gemiyi kullanacağım. Bunları geçsem bile  uğrayacağımız yerlerdeki yürüyüş ağırlıklı turlara uyum sağlayabilecek miyim? Onların hızında yürüyebilecek miyim? Yoksa bu seneden sonra yapılacak gezilere katılamayacağımı mı  düşüneceğim? Bavul hazırlama faslı da ayrı bir alem. Çok seyahat etmiş olmama rağmen bu konuda başarılı olduğumu söyleyemem. Genellikle fazla şey almış olurum.

Bavulumun demirbaşları arasında ilaçlarım, şemsiyem, yağmurluk, mayo, fotoğraf makinası, gözlüklerim(okuma-güneş), kitap, geziye dair notlar alabileceğim defter, kalem, rahat birkaç çift ayakkabı yer alır. Gerisi doldur-boşalt karar vereceğim şeyler…

Aslında en çok sevdiğim seyahat türü  gemi yolculuğudur. Denizi sevdiğim için denizde yolculuk  bir keyif, her sabah başka limanda uyanmak bir başka keyif. Oradan oraya  bavul taşımamaksa en büyük keyif. Bütün  bunlara rağmen  olumsuzluk rüzgarına kendimi kaptırabiliyorsam buna yorum yok diyorum.


Not: 2 Mayıs’a kadar tatilde olacağım için yazılarıma ara veriyorum.

18 Nisan 2016 Pazartesi

Mecburiyetsizlik...

Önceki yazımın sonunda mecburiyetsiz yaşamdan bahsetmiştim. Mecburiyetlerimden kurtulsaydım, ilk önce özgürlüğümü doya doya tadına vararak yaşardım.Yalnız olmanın, yalnız kalabilmenin, illaki biriyle birlikte olmamanın keyfini çıkarırdım. Arabama atlayarak akşama kadar dolaşır, arabamın bagajında bulunduracağım kitap, bilgisayarla uygun bulduğum yerlerde okur yazardım.

Yazdıklarımın hayal ürünü olmasından cesaret alarak söyleyebilirim ki, bisikletimi arabama yükleyip,
Bostancı-Maltepe sahil şeridinde bisiklete binmek isterdim.(İtiraf etmeliyim ki bisiklete
binmeyi bilmiyorum. Öğrenirdim.) Spor kulübüne üye olup yoga, pilates ve yüzme üzerine yoğunlaşırdım. Hiç evde durmazdım. Hiç kimse ile mecburiyetten beraber olmazdım. Kültür etkinliklerine katılmaya çalışırdım. Ayrıca şimdi sadece gönülden katıldığım gezi kulübünün gezilerine bireysel katılım gösterirdim.

Şimdi sadece Cumartesileri yarım gün yalnız kalabiliyorum. O da çabucak geçiveriyor. Ne yapsam derken akşam oluveriyor. Ayrıca kiloma dikkat ederdim. Rahat nefes alabilmenin dahi ne kadar değerli olduğunu fark ettikten sonra yaşama daha farklı bakıyorum. Sınırsız yaşamak isterdim.

Ne demişler, insan dünyada hayalleri kadar yaşar.


NOT: Ailemin de yazılarımı takip ettiğini biliyorum. Bu yüzden kısa bir açıklama yapma ihtiyacı duyuyorum. Buradaki belirttiğim ve yazdığım şeylerdeki yalnızlık, başkasının desteğine bağımlı olmamak anlamındadır. Benim için ailem en kıymetli zenginliğimdir. Evlatlarım hazinem, torunlarım
mücevherlerimdir. Ben onlarla varım ve mutluyum.

Michael J. Fox'un sözüyle bitireyim "Aile önemli bir şey değil, herşeydir."

15 Nisan 2016 Cuma

Bitmeyen inşaat

Parkinson tanısı konulmadan önceki yıllarda başlayan ses kısıklığım beni hayli rahatsız etmişti. Yapılan tetkikler  sonucu önce tam bir teşhis konulamadı. Endoskopi sonrasında en son söylenilen sebebi bilinmeyen ses teli felci idi. Belki de bu Bay P.’nin gelişini haber verişiydi.

Terapistimin yaptırdığı çalışmalar, ödevler ve testlerle  sesim zaman zaman belirli seviyeye ait ses yüksekliğinde ve çatlamadan çıksa da tekrar bozuluyor. Sinir, stres, kaloriferli ortamların sıcak kuru havası, sigara dumanı ve az sıvı alımının ses üzerindeki olumsuz etkilerini  terapistimden –yıllar evvel- ilk terapiye başlarken öğrendim. Buna rağmen hepsine özellikle kışın uy-A-mamam (çevre koşullarını değiştiremediğimden) Bay P.’ye açık kapı bıraktığımı düşünüyorum.

Terapistimin yaptığı ses ve nefese yönelik değerlendirmede son değerlendirmeden bu yana gerilediğimi  gördük. Anlaşılan bohçamıza bir yama daha yapmamız gerekiyor. Bunu da olduğu kadar toparlayacağımızı biliyorum.

Kaloriferler artık yanmıyor. Kuru havadan kurtulmuş oldum. Bu kısık ve çatlak sesim için avantaj. Havaların ısınması ile su içme durumu  kolaylaşır desem de 1,5 litreyi anca bulurum. Şu sıralar strese girmeme çabası içindeyim. Sinirlenmemeyi beceremiyorum artık. O yüzden bugün dışavurum ile hafiflemek üzere isyanımı, öfkemi, kriz anımı, göstermediğim yüzümü paylaşacağım.

Sabah yataktan muşmula gibi kalktım. Sanki hiç uyumamışım gibi. Terliklerimi giyerken ayaklarımın  ve vücudumun ödemini, başımın kocaman ve içi hava doluymuşçasına ağırlaştığını hissettim. Sanırım “lodos” var. Havada nem fazla. Böyle zamanlarda zor nefes alıyorum. Ağzımı burnumu kapatmışlar minicik bir aralıktan nefes alıyormuşum hissi. O kadar halsizim, o kadar güçsüzüm ki sesli konuşmak değil parmağımı oynatacak durumda değilim. İsteksizim canım hiçbir şey istemiyor. Ne bir yere gitmek, ne bir şey yemek, ne bir şey yapmak...

Azalan enerjimden, “anlaşılmaktan”, anlaşılamamaktan bıktım. Farklı hissetmekten, mecburiyetlere bağlı olmaktan bıktım.



Görüntüm: Yavaş hareket eden, donuk bakışlı bir bayan.
Sesim: Her gün ve her havada ayrı telden çalan, bitmeyen bir inşaat.
Hissettiğim: Sarsak, dengesiz, uyum zorluğu, hareket etme zorluğu çeken biriyim.
Yaşadığım: Bulunduğum ortama uymak adına karşıdan fark edilmediğini  düşündüğüm zorluklarla boğuşuyorum.
Düşündüğüm:  Yaşamım mecburiyetlere bağlı.

Canım mecburiyetsiz yaşamak istiyor!

11 Nisan 2016 Pazartesi

Lale devri

Seyahat sonrası lale devrim sabah 6'da uyansam da kitap okuyarak 8'e kadar oyalanarak başladı.Yardımcımın  ayak seslerinden uyandığını fark ettim. Elimdeki heyecanlı bölüm bitene kadar odamdan çıkmadım. Odamdan çıktığım zaman havanın güzel olduğunu ve parkta kahvaltı yapmanın ikimize de iyi geleceğini söyledi. Kocaman bir torbanın içine her şeyi sığdırmış. Park gerçekten çok güzeldi. Ağaçlar çiçeklenmiş, yapraklanmış, lâleler açmış. Kendimi iyi hissettirdi.





Kahvaltıdan sonra üşüdüm. Toparlanıp, eve döndük. Çantamızı boşaltıp, torunum Güneş'i görmeye gittik. Minicik Güneş'imiz gün gün büyüyor. Her görüşümde farklı buluyorum. Güneş'le biraz oynayıp, hasret giderdikten sonra evimize döndük. Şu sıralar resim yapma çalışmalarıma tekrar başladım. Uğraşıyorum.

Bana Lale devri de olsa mevsim değişiyor...

Artık her mevsim kendimi değerlendiriyorum. Daha yavaşladığımın  farkındayım. Hareket ederken zorlanmanın gerçeğini yaşıyorum. Hastalığımla barışma yıllarımı her ne kadar geride bırakmış olsam da dört nala koşmuş at gibi efor sarf edip, sonucunda anca bir arpa boyu yol gitmiş olmak beni en çok etkiliyen şey.


Yürürken beni neler bu kadar zorluyor? Her nefeste aldığım hava yetmiyor gibi, ciğerlerim yapışmış gibi geliyor. Nefes ve (sağlıklı her insanın refleks olarak yaptığı) yürüme koordinasyonunu bilinçli yapmaya çalışmam gerekiyor. Bir de hareketlerim yavaşladıkça hareketsizliğimin arttığını hissediyorum. Bu da Bay P.’nin  ekmeğine yağ sürmek oluyor. Kendimi bunu asla unutmamam gerektiği ile ilgili sürekli tenkit ediyorum. Fakat her insan gibi ben de zaman zaman olumsuz duyguların, moral bozukluklarının etkisinde kalıyorum. Hatta eskisine göre daha hassas  daha kırılganım. Ellerim daha beceriksizleşti sanki adeta parmaklarım birbirine dolaşıyor. Yüzüm, mimiklerim garipleşmeye devam ediyor. Çaktırmamak adına zorla yediğim salata, balık artık tamamen soframdan kalktı. Yorulduğumda daha zor ve uzun sürede toparlayabiliyorum.

İçimden çıkmayan sesimle, dağlara çıkıp, “artık yeter, yoruldum” diye bağırmak geliyor. Öte yandan kendimi sarsıp, “Kendine gel! Hayat kaliteni yüksek tutmak istiyorsan vazgeçmemelisin. Şimdilik olduğunu bilsen de istediğini yapıyorsun. Bunu kullanmalısın.” diyorum.  Ayrıca terapistimin değerlendirme sonuçlarımın sesim dışında iyi olduğunu söylemesi beni devam etme konusunda motive ediyor...


Şimdiki inşaat yeri sesim..

6 Nisan 2016 Çarşamba

Hastronomi seyahati

Bir yere gideceğim zaman nedensiz ve saçma bir heyecan içinde olurum. Sanki uçağı yada otobüsü kendim kullanacağım... Bu haleti ruhiye içinde giyeceklerimi akşamdan hazırladım. Biraz kitap okuduktan sonra yattım ama uyuyamadım.  Sabah kalktım. Hazırlandım. Kızım almaya geldi. Sakin bir uçak yolculuğundan sonra  Antalya’ya ulaştık. 

Bizi eşim ve eniştemiz karşıladı. Eşim kardeşi ameliyat olacağı için daha önceden gitmişti. Hastahaneye geçmeden kahvaltı yapabileceğimiz bir börekçiye gittik. Eskiye dayanan bu “Börekçi Tevfik”  beze dediğimiz hamur topaklarını oklavasız  havada çevire çevire açıyor. Belirli bir büyüklüğe gelince iç koyup, pişirip, servis yapıyor. Tadını Antep’te yediğimiz katmere benzettim. Kahvaltı ardından hastaneye geçtik. Allah’a şükür hastamız iyi. Yalnız zor dayanılası ağrıları var. Ameliyat sonrası olan normal ağrılarmış. Ara ara dışarı çıktık. Öğleden sonra  görümcemin torunları okuldan çıkıp, geldiler. Onları da görmüş olduk. Bir ara hastanın başında bir kişi bırakarak kalan aile bireyleri hep beraber meşhur tandırcıya gittik. Tekrar hastaneye giderek biraz daha oturduktan sonra vedalaşarak havaalanına doğru yola koyulduk. Eşim de bizimle beraber döndü.

Giderken arabanın camından gördüğüm kadarıyla Antalya da İstanbul gibi şantiye alanına dönmüş. Her taraf delik deşik. Uçak saati yaklaşırken  birinci rötar bildirildi. Onu beklerken de ikinci rötarı gördük. Eşim ve kızımla sohbet ederken, kitap okurken vakit geçti.

Uçakta  bir güne neler sığabildiğini konuştuk. O gün aile hattımızdan gelen mesajlardan alıntı yaparak hasta ziyareti ve yemek faslı içeren günümüze hastronomi seyahati adını verdik. Uçakta  birkaç bebecik vardı. Uçaktan hoşlanmadıklarını uçuş boyunca ağlayarak belli ettiler. Etkilenmemek elde değil. İnince, canım kızımız arabasıyla bizi evimize bıraktı.

Arabadan indiğim zaman sendelediğimi, dengemi  ayarlayamadığımı fark ettim. Bugünkü program istihap haddimi aşmış. Astral seyahate çıkmış gibi vücudumu unutmuşum.



Ayaklarımın şişmesi, uykusuzluk, yorgunluk fena çarpsa da bunlar bildiğim ve beklediğim şeyler olduğu için kendimi yatağa bırakırken  “Zaten biliyordun bir eksik iki fazla ne fark eder” diye söylendim. 


Ertesi günü dinlenerek ufak bir lale devrinde geçirmeye karar verdim. 

5 Nisan 2016 Salı

Teşekkürler

Bu günkü yazımı hayatımı kolaylaştıran bana her konuda destek olan yardımcıma ayırdım. Rahmetli annem Alzheimer olunca yardımcıya ihtiyaç duymuştum. Arkadaşım sayesinde sevgili T. hayatımıza girmişti. İlk tanıştığımız zaman biz yazlıktaydık. Yanında çat pat Türkçe bilen bir arkadaşı ile geldi. Kendisi bir kelime bile Türkçe bilmiyordu. Arkadaşının anlattığı kadarıyla onu tanıdık. 

Siyah saçlı, beyaz tenli, kara gözlü, boylu poslu, hayli kilolu Gürcü bir bayandı. Bir taraftan gülümsemeye çalışıyor bir taraftan da  kızarıp, bozarıyordu. Sevimli ve sempatikti. Ona ısındım. Annem de onu sevdi. Anneme özenle bakması, kendi annesiymiş gibi şefkat göstermesi hepimizi çok sevindirdi. Üç ayda Türkçe öğrendi. Onunla konuşarak  gerekli düzeltmeleri bazen yapıyor, bazen de hoşuma gittiği için bırakıyordum. Mesela onun “Kuş dalda oturuyor” demesi çok hoşuma gidiyordu. Kendi düzeltti. Artık demiyor. Sevgili  yardımcım her zaman güler yüzlü, neşeli, zeki ve becerikli. Benim aceleci ve telaşlı karakterime fren ayarı yapmayı da çok güzel beceriyor. “Problem yok abla” diyerek her soruna kendince pratik çözümler buluyor. Her şeyi merak eden, öğrenen, gerektiğinde uygulayan, özgüveni çok yüksek biri. Hayat ona adil davranmamış. Gerçek sıkıntılar çekmiş. Aç kalmış, açıkta kalmış, yoktan var etmeyi becermiş. Hepimiz onu sevdik. Geçirdiğimiz yıllar içinde o da ailemizin bir parçası oldu. Ramazan’da bizim oruç tuttuğumuz zamanlar Müslüman olmamasına rağmen bizimle oruç tuttu. Bizimle ağladı. Bizimle güldü. 

Annem rahmetli olduktan sonra onu bırakmadım. Bizimle kalmaya devam etti. Bizi Gürcistan’a davet etti. Eşimle beraber gittik. Tiflis’ten bir saat uzaklıkta olan köydeki evinde bizi ağırladı. Rehberlik yaptı. Gezdirdi. Ciddi bir insan olan ben onun çektiklerine rağmen hayata gülümseyebilmesinden çok etkilendim. O artık yardımcı sıfatından fazlasını hakediyor. Dostum, arkadaşım, ikinci yarım. 


Onun yanında sıkılmam.Birlikte  kahve içeriz. Sonra o benim kahve falıma bakar. Onun neşesi bulaşıcı sanki. O gün içinde de gülecek bir şeyler bulur. Kendini dinletir. Boş konuşmaz ve sıkmaz. 

Ona Türk mutfağından yemekler öğretiyorum. Günün yemeğini birlikte yaparız. O yıkar, doğrar ben de yemeği pişiririm. Birlikte dışarıda dolaşır, alışveriş yaparız. Bozulanı tamir eder. Söküleni diker. İnsanları, hayvanları,  çiçekleri sever. Onunla hayatım(ız) kolaylaştı.


Evde  neşeli birinin varlığı hayatın zorluklarına karşı insanı daha dayanıklı kılarken,hayatı  daha yaşanılası hale getiriyor …