Bugün hastalıktan bahsetmeden geçmişe yolculuk yaparak çocukluğumun
İstanbul’undan bahsedeceğim.
Mesela hatırladığım kadarıyla… Gülhane parkı
vardı. Yaz boyunca sık sık giderdik. İçinde
kocaman hayvanat bahçesi yer alırdı. Parka gitmek o zamanın eğlence
anlayışlarından biriydi. Bazen yabancı sirkler de gelirdi. Her gidişimizde hayvanat
bahçesine uğrardık. Uğramazsak üzülecekler gibi gelirdi. En çok aslan, fil ve
maymunlar ilgimi çekerdi. Onları görmekten mutlu olsam bile kafeste olmalarını
üzücü bulurdum. Park, kocaman ağaçları, bakımlı çiçekleri ve sayısız çay bahçeleriyle
her zaman kalabalık olur, bazen girişteki bilet gişeleri “park dolu” yazısı
yazarlardı. Çocuk parkı var mıydı pek hatırlayamıyorum. Luna Park vardı.”galiba. Yanan rengarenk ışıklarıyla dikkat çekerdi. İçinde
dönme dolaplar, atlı karınca, çarpışan otomobiller birde dışa doğru açılarak
dönen salıncaklar vardı. Öğlesine açılırdı ki; bir süre denizin üstünde
dönerdi. Denize düşen olacak sanarak korktuğumu da hatırlıyorum. Parkta bir de
sahne vardı. Ücretsiz ve halka açık. O dönemin sanatçıları konser verirlerdi. Ağabeyimin
omuzları arasında dinlediğim Zeki Müren konseri de güzel anılarım arasında. Kendisini ağzı açık seyrederken, alkışlamak
için elindeki balonları bırakıp, kaçıran baloncuyu sahneye çağırıp kaçırdığı balonların
parasını ödemişti.
Sarayburnu’nda yer alan çay bahçelerinden birine oturup, balık tutanları,
geçen vapurları ve denizi seyretmek de hoşuma giderdi. Bu arada ailem
istedikleri semaverden tavşan kanı
dedikleri çaydan içerlerdi. Bu arada annemin el emeği çörek, börekleri yenirdi.
Ben çay içmezdim. Gazoz içmeyi severdim. O zaman şimdiki kadar çok çeşitli
meşrubat yoktu. Parkta uçurtma uçuran çocuklar da olurdu. Seyretmesi bile
eğlenceliydi. Bir de her parka gitmemizde alınan kırmızı balon beni çok
sevindirirdi. Aradan elliden fazla yıl
geçti. Park hala var. Bazen gidip dolaşmayı istesem de duygularım bana “bırak
anılarındaki gibi haşmetli, renkli ve bakir kalsın” diye sesleniyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder