17 Aralık 2020 Perşembe

Fast food tarzı yazı

Ayaküstü yenilen pratik yiyeceklere fast food dendiğini bilmeyen yotur sanırım. Ama bu yazıya uyarlanınca ne olur nasıl olur diye düşünmemiştim. Terapistim ile terapi esnasında konuşurken bir anda fast food tarzı yazı lafı ağzımdan çıtı. O anda gelen bir laf oldu ama onu açıklama konusu da blog yazımın konusu oldu.

Ben bu ödevi yaparken düşünüp hissettiklerimi de paylaşacağım. Bana göre bu önceden hazırlanmadan içimden geldiği gibi yazmakla ilgili. Teferruatsız direkt konuya girmek adeta konuyu özetlemek gibi. Terapistimin bana sık sık ansiklopedik bilgi gibi yazma konuştuğun gibi yaz diye ikaz eder. Konuşurken daha toparlayıcı oluyorum belki. Belki de konuyu dağıttığım zaman ikaz edilmemden dolayı olabilir. Daha açık konuşmam gerekirse bu fast food tarzı yazı ödev yapmış olmak adına az zamanda otarılması gereken bir yazı olduğu için tek yön ana yol mantığı ile yazılmış yazıdır belki. Yeni yılın yaklaştığı şu ünlerde ne dile dileyeceğimizi bilmese bile ama mutlaka orta dileklerimiz şu olabilir, Sağlıklı, depremsiz ve düzelen ekonomik şartlar olacatır.

2020'yi ben sevmedim sevenin olduğunu da sanmıyorum.

 

Çabuk git 2020

Dertlerini krizleri,

Hastalıkları ölümleri

Getirdiğin tüm felaketleri

Al da git.

 

Canımızı okudun, 

Sevmedik seni,

Hayallerimizi öldürdün

Ocaklarımızı söndürdün.

Sevdiklerimizi alıp alıp götürdün.

 

Çabuk git 2020

Sana ait her şeyi al da git!

Tasını tarağını

Unutmadan her şeyini

Al da git.

3 Aralık 2020 Perşembe

Yılbaşı yaklaşıyor...bir başka olacak!

Çocuklar büyüyüp de yuva kurunca ve evden gidince evin eski enerjisi canlılığı kalmadı. Sağ olsunlar sık sık geliyorlar, arıyorlar. Eski yılbaşlarını düşününce çocuklar talebeyken soframız daha kalabalık eviniz daha canlı olurdu. Fakat bu da ayrı bir dönem ayrı bir mutluluk ayrı bir renk. Torunlar, damat, gelin ailenin genişlemiş olması ve herkesin evinde huzurlu olması anne baba olarak bizim için en büyük mutluluk. İlk yılbaşında küçük torunum ilk kutlamasını bizde yaptı o kadar mutlu olmuştu ki anlatamam. Süslenmiş, elinde hediye paketi... Kapıyı açtığı zaman karşımda görünce diyince duyduğum mutluluğu anlatamam. O zamanki ev süslemeleri, hediye seçme heyecanları, menü hazırlama bir tatlı telaş olarak geçmişte kaldı. Yılbaşı kutlaması deyince içimde kalan bir şey yok. Aşağı yukarı her türlüsünün tadına baktım. Otelde, kayak tatilinde, beyoğlunun arka sokakları hepsinin ayrı tadı ve heyecanı vardı. Ama şimdiki yılbaşı daha dingin daha telaşsız. Bunda da koronanın rolünü inkar etmemek lazım. Her ne kadar evde yılbaşı geçirmek yaşımıza uygun olsa da yalnız olmak, kimsenin evinden çıkmaması herkesi aynı duruma mecbur bırakıyor. Demek ki bütün halkımız bu sene korona dolayısıyla mecburi PTT yapacak. Yani bizim bir kç senedir yaptığımız gibi pijamalar giyilip terlikler geçirilip tv karşısında yılbaşı yapıp 'HOŞGELDİN 2021' diyeceğiz.





10 Kasım 2020 Salı

Neymiş? Basit değilmiş...

Terapistimin verdiği ödev beni şaşırttı. O kadar kolaydı ki şaka yapıyor zannettim. Öyle ya güle güle dediklerime bir yenisi daha eklenmiş. Dikkati bölme, bir anda birkaç işi bir arada yapma işim kaybolmuş. Bana da güle güle demek düşüyor. Git gide sadeleşiyorum. Bakalım nereye kadar hayırlısı diyelim.

Ödevim şuydu, 4-5 gün banyoda sabah ve akşam yatmadan neler yaptığımı yazacağım. Ve yazdıklarım dışında bir şey yapmayacağım. Örnek; sabah tuvalet, el yıkama, yüz yıkama, diş fırçalama, kurulama, saç tarayıp toplama. Akşam; El yüz yıkama, kurulama, diş fırçalama, saçımı tarayıp tepeye toplama. Ne kadar kolay değil mi? Odaklanma amaçlı bir ödev. Oysa ki ben tv açar, hem ona bakar resim yada ödev yapar bir yandan da kulaklıkla müzik dinlerdim. Arada yardımcıma laf yetiştirir ve çay ya da kahve içerdim. Bunları rahat yapardım ama artık yapamıyorum. Kabul etmedim önce, sonra her şeyin birbirine girdiğini görünce kabul etmek zorunda kaldım.

Tabi ki her şeyi deneyerek yaşayarak kabul ediliyor. Önce red, sonra kabul ediş geliyor. Ayrıca ben alışkanlıklarından zor vazgeçen biriyim. Bu durumda gidene güle güle derken diğer taraftan bir tek şeye odaklanabilmek nasıl olacak diye düşünmeden edemiyordum. Ödevime akşam başladım, olmadı yapamadım. Banyonun duvarına yapıştırdığım post it durduğu hale banyonun yerdeki halısının ucu kıvrılmıştı. Girer girmez refleks gibi önce halıyı düzelttim sonra yapmamam gerektiğini fark ettim, dışarı çıktım tekrar girdim bu sefer de el yüz yıkamadan sonra kurulama yazmamışım. Onu da kuruladıktan sonra farkettim. Yani akşamı fiyasko ile kapattım. Sabah yeniden başlamaya karar verdim. Neyi nasıl yapacağımı düşünmekten uykum kaçtı. Duvardaki kağıtları yeniledikten sonra banyoya girdim. Kağıttaki yazdığım şeyleri yaptım ama bu sefer de çamaşır makinesinin kapağı beni kapa diye sesleniyordu. Hemen bir şeyi ellemeden kendimi dışarı attım. Yardımcıma banyodaki 'çamaşır makinesinin kapağını kapatır mısın?' diye seslendim. O da bana 'Abla kapatsaydın ya' dedi. Ben bazı şeylerin yanlış olduğunu bilsem de alışkanlık haline getirdi isem vazgeçmek veya değişmek hem zor hem de çok zaman alıyor. 

20 Ekim 2020 Salı

Bay P. hediye de getiriyor! 2. Bölüm

Gelelim bunların dışında benim ne yaptığıma. Doktorumu terapistimi sevdim, inandım ve güvendim.  Bana verdikleri moral ve motivasyonla ve ilaç desteğiyle mücadeleye başladım. Ben mücadeleye karar verdiğim gün ihtiyacım olan şeyler; sabır, inat, ısrar, çok çalışma olduğunu biliyordum. Ayrıca şöyle bir prensip edindim. Nasıl eve giren her şey için evden bir şey çıkarıyorsam bunu adeta hayatıma yaydım. Bay P. dolayısıyla kaybettiğim her melekem için hayatıma yeni bir şey soktum. Bunu terapistim ve sevgili eşimin prensipleri sayesinde başardım. Şiir yazmaya başladım ve galiba başarılı oldum. Şu anda 150 şiirim var ve devam ediyorum. Şiirlerimden bazıları bazı yerlerde yayınlandı. Üç tanesi bestelendi bile (Uşak, nihavend ve hicaz makamlarında). Resim yapmaya başladım. Hiçbir hocadan destek almadan, atölyeye gitmeden. Herhangi bir iddiam yok ama elimden geleni yapıyorum. 

Çevremde beğeni ifadeleri arttıkça moralim düzeldi. Beğenene, isteyene hediye ediyorum resimlerimi. 10 tane kadar resmimi Çağdaş Yaşam Derneğine hediye ettim kermesleri için. Hikayeler, masallar yazdım. Boş durduğum zaman kendimi eksiliyormuş gibi hissettiğimden elimi meşgul tutmak beni canlandırıyor. 

Bu kış başka projelerim de var; enstrüman çalmak, şiirlerimden kitap çıkarmak gibi. Şair ne demiş? 'Yürü enginlerin bittiği son hadde kadar, insan hayal ettiği müddetçe yaşar.'


Bazı hayaller gerçekleşir. Benim hayallerim de gerçekleşir mi acaba?




Duyduk duymayın demeyin! Bay P. hediye de getiriyor! 1. Bölüm

Bay P.'yle tanışma yıldönümümüz yaklaşıyor. Samimiyetimiz gün gittikçe artıyor. Hal böyleyken yıldönümümüz yaklaşınca birazcık nostalji yaptım.

Başa dönelim ve bir bakalım....

Tanı konduktan sonra internetten Parkinson'la ilgili bulabildiğim bütün bilgileri okudum ve kendimi çok kötü hissettim. Doktorumla konuştuğum zaman bana internette genel bilgi verildiğini ve ne  öğrenmek istiyorsam  ona sormamı söyledi. Buraya kadar yazdıklarımı daha önce paylaşmıştım zaten ama çok uzun zaman geçti. Bazen böyle şeyleri tekrarlamak gerekiyor. Daha geçen gün kendi kendime ben acaba hangi aşamasındayım diye düşünürken buldum kendimi. Yine internete bakmak kolay geldi ama kendimi frenledim. Nitekim doktorum bana kendisine sormamı söylemişti!

Yine başa dönecek olursak.... Tedavisinin bulunmamasına rağmen normal hayatıma devam edebileceğimi, ilaçlarla yavaşlatılabileceğini, bizim de böyle yapacağımızı söyleyerek beni rahatlattı. Doktoruma teşekkür ediyorum. Kuyumcu terazisi hassasiyetiyle ilaç dozlarımı ayarlayarak beni 8.seneye taşıdı. Bu benim için büyük şans. Sonra haftada iki gün beni gören, bana yol gösteren terapistim en büyük şansımdı. O benim sosyal hayata uyumumu sağladı. Mümkün olduğu kadar Bay P. nereyi hedeflediyse oraya savunma hattı kurarak beraberce hasarı en azda tutmaya çalıştık ve çalışıyoruz. Bilgisayar oyunu gibi hamleye karşı hamle yaparak çalıştık. Dikkat, yürütsel işlevler, ifade, dikkat bölme, yutma, ses ve daha bir sürü aklıma gelmeyen konularda beni çalıştırarak, yönlendirerek, bana sabır gösterererk bazen birşeyi defalarca tekrarlayan sevgili terapistimin hakkını ödeyemem. Benim ufkumda pencere açtı. Pes etmeye yüz tuttuğum defalarca kere beni tekrar elimden tutup, devam etmeme yardımcı oldu. 

Bay P.'nin bana ilk hediyeleri hayatıma eklenen insanlar oldu. Sevgi, şefkat, kıymet, iletişim ve zamanın değerini hatırlattı. Ve bununla beraber beni dansa kaldırdı....

Huzurlarınızda ilk dansımızın şarkısı...Papatya gibiyim beyaz ve ince! (Çok güldüm umarım siz de gülersiniz!)

https://www.youtube.com/watch?v=8SAuqfu1x6s



24 Ağustos 2020 Pazartesi

Bıçak sırtı

Bıçak sırtında yaşıyormuş gibi hissediyorum çoğu zaman. Neden mi? 

İkinci Korona dalgası  geliyormuş haberleri arasında 0-65 yaş  üstü evden çıkmasın deniyor yine! Afakanlarım  tepemde halay çekmeye başlıyor bunları duyunca. Eve kapanmak demek benim için hem kalan zamanım benden çalınıyormuş hissi yaratıyor hem de evde huzur kalmayacağı anlamına geliyor. İnsan üst üste oturunca kiminle olsa bir noktadan sonra bir şekilde hırsını en yakındakilerinden alıyor. Hele bir de yaş almış başını gidiyorsa tahammül sınırları iyice düşüyor. Alışmışız dışarı çıktığımız ve herkesin kendi alanına sahip olduğu düzene. Kapana kısılmış gibi yaşayınca haliyle daralıyoruz. Dışarı çıkmaksa Koranaya buyur demek anlamına geliyor sanırım....O yüzden oturuyoruz oturduğumuz yerde. Evdeki huzur ve dışardaki tehlike arasında bir bıçak sırtında dans ediyoruz.

Gelelim bu hafta sonuna.. özet olarak gürültüsüz ve sakin geçti. İlaç gibi geldi. İstanbul'dan çok sevdiğim doktor gelinim, cici oğlum ve cici torunlarım geldiler. İlk akşam bizdeydik. İkinci akşam son dakika yemekleri alın bize gelin diye davet ettiler. Hayallerimdeki gibi sakin, neşeli bir yemek oldu. Kimse kimsenin yediğine içtiğine karışmadı. Tatsızlık olmadı. Ana yemeğimiz Ali Nazik olacaktı ama onu götüremedik. Fakat sizlerle o tarifi paylaşacağım. 

Gidecekleri günün sabahı havuzda yakaladık çocukları. Torunum havuzun dibine dalıp  dibindeki mozaiklere el değdirip, çıkıyor. İtiraf ediyorum ki benden iyi yüzüyor. O dalıp dalıp çıktıkça bana dalmayı öğretir mi diye sordum. Bana hayretler içinde "Babaannecim sen dalmayı bilmiyor musun? diye sordu. Ben de başımı suya sokunca bacaklarımın ve popomun suyun üstüne çıktığını söyledim. O da bana tüm ciddiyetiyle dalarken ciğerlerimdeki havayı boşaltmam gerektiğini açıkladı. Böyle bir öğretmen olur da ben öğrenmez miyim diye geçirdim içimden ama Bay P. bu hesaplarıma da çomak sokuyor tabi ki. Kambersiz düğün olur mu?


Gelelim Nazik Ali'nin tarifine...

4 tane tombul patlıcan

500 gr sotelik doğrannış kuzu eti (kendi suyunda pişmiş)

1 su bardağı süt

1 çorba kaşığı un

1 çay bardağı kaşar rendesi

1 limonun suyu

Yapılışı: Közlenmiş patlıcanları küçük küçük doğra üzerlerine. 1 limon suyunu sık karıştır. Kararmaması için tereyağında unu bir kaç sefer çevirdikten sonra ezilmiş ve ince kıyılmış köz patlıcanları karıştır sonra 1 su bardağı ılık süt ilave ederek ez iyice yedir püre haline gelsin. Kasaptan yağları ayıklanmış kemiksiz sotelik doğranmış kuzu etini kısık ateşte önce sulanıp, sonra suyunu çekene kadar kısık ateşte tencerenin kapağı kapalı olarak pişirilir.

Servis: Tabağa ılık olarak önce püre sonra üzerine et konur. İsteğe göre etin üzerine biberli kızgın tereyağ dökülebilir. Bir iki dal maydanozla süslenir. Bir seferlik yemektir. Isıtılmaz. Açlığa göre 4-6 kişiliktir.

Afiyet olsun!


7 Temmuz 2020 Salı

Gönlüm soldu

Biraz geriden geliyorum ama bu aralar yazdıklarımı bilgisayara aktarana kadar vakit geçiyor. Başka bir sürü uğraş ile meşgul olmayı tercih ediyorum. Zaten sıcaklar da akıl mı bıraktı? 

Yazım babalar gününden kalma....


Dün babalar günüydü. Aile içi bir kutlama yapalım dedik. Gelin kızımla oğlumun davetlisi olduk. Dünürlerle güzel bir babalar günü yemeği yedik. Üstüne de becerikli yardımcımın yaptığı şahane babalar günü pastasını yedik. Sakin huzurlu bir yemek oldu. Oğlum ertesi günü İstanbul'a gideceğini söyledi. Ben de gitmek istediğimi söyleyince oğlum "Gelmene gerek yok. İstediklerini ben  getiririm."diyerek konuyu kapattı. Bir zamanlar arabama atlayıp, kendim gider işimi halledip dönerdim. Şimdi bunlara ambargo konuldu. 

Bir de sanırım konuşma özürlü olmaya başladım. İstediklerimi anlatamadığımı düşünüyorum. O 3 ay ve devamı beni bitirdi. İyi kötü yalnız evden çıkabiliyordum. Şimdi yürümem daha yavaşladı. Açıkçası evden çıkmamam ve hayata olumsuz bakışını değiştiremediğim eşimle burun buruna üç ay beni resmen  ihtiyarlattı. Bir sürü şeyden vazgeçtim vazgeçebilirim. Gönlüm soldu. Enerjim bitti. Önceleri yaş alıp ihtiyarlamıyordum.

Şimdi ise ihtiyarladığımı erteleyecek fazla zamanım kalmadığını düşünüyorum. Bütün 65 yaş ve üstü olanların  (Akli dengesi yerinde olanların) yarına erteleyecek zamanları olmadığından Evden çıkmama sebebimiz olan Corona ya çok  kızdıklarından eminim. Küçük çocukların her gün açık havaya çıkarılması gerektiğini çocuk doktorları tavsiye ederler. Yaşlı insanlar içinde açık havaya çıkmak yürümek hareket etmiş olmak anlamı taşıyor. Bunu kendimde deneyimleyerek yazıyorum.

Rahmetli annem kalça kırağı ameliyatından  sonra kontrole gittiğimizde doktor bana yaşlı insanların yürümeme hareket etmeme durumunda vücutlarının kireç bağlayacağını sonrasında isteselerde yürüyemiyeceklerini söylemişti. Şimdi ben de aynı durumdayım.

Yazlıkta olduğumuz için fizyoterapistim İstanbul'da kaldı. Fizik tedavi bana biraz hareket imkanı sağlıyordu. Bir de benim yaşadığım başka handikapım var. O da şu Parkinson ilaçlarımdan birinin bulunmaması 4 kişi nerdeyse 3ay aradılar. İzmit, Kandıra, İstanbul, Samsun'da arandı. Bulunamadı. Doktorumla konuşuldu. Muadili yok! Ben de ilaçsız kalmamak için Günde 6 tane içtiğim ilacı 4 adete indirdim. Bunun doğru olmadığını bildiğim halde mecbur kaldım. Bunun sonucunda, hareketlerim, yürüyüşüm yavaşladı. Görsel algıda farkedilir zayıflama, istemsiz dil ve dudak hareketlerimin artması, maske surat ifadesinin gelişi, yürürken nefes almada zorluk da üstüne eklendi. Bu arada Zona ile de boğuştum. 

Evdeki stresli ortamdan dolayı nerdeyse 4 ay sürdü. Yani şu 4 ayda Zona, Corona, evdeki stress ve Bay P. ile mücadele ettim. Bir de eve  kapatılarak, az hareket ederek, paylaşımsız, konuşmasız, devamlı gergin. Artık gerçekten gücüm kalmadı. Bu kadar olumsuzluk  içinde ben teslim oldum. İhtiyar olduğumu ihtiyarlığı kabul ettim. Eve kapanmayı istemiyorum. Azalan ömrümün 5 dakikasını boşa harcamaya niyetim yok. Böylece yapmayı planladığım şeyleri ertelemeyi doğru bulmuyorum.

      "Dün geçti, yarın meçhul; bugün ne yaparsan o!"


23 Haziran 2020 Salı

Yardımcım sağolsun!

Yardımcım ile uzun yıllar birlikteyiz. Artık birbirimizi iyi tanıyoruz. Adeta ikinci yarım. Birbirimize ters düştüğümüz zamanlar olsa da onu ustaca manevralarla onarıyoruz. En önemlisi birbirimizi seviyoruz. O bizim ailemizin bir parçası. Rahmetli annem Alzheimer olunca yanımıza gelmişti. Anneme o kadar iyi baktı ki annemden sonra da bana bakmaya başladı. Malum Bay P. gelince ben herşeyi yalnız yapamaz oldum. Bizimki meraklı, öğrenmeye açık tamiratlar konusunda yatarıcı ve onarıcı olduğundan bize bakmakla kalmıyor. Onu o kadar sevdik ki kendi evine Gürcistan'a misafir olarak bile gittik. 

Gelelim bana...

Yazlıkta odama merdiven çıkarak ulaşıyorum. Dekoratif tahta merdivenler arasında aralıklar var, oldukça tehlikeli. İnip çıkarken risk taşıyor diye duvara tutunmak için trabzan yaptırdık. Ama elimdekilerin düşmesine engel olamadık. Düşenlerden biri de benim akıllı telefon. İkinci kattan panik içinde ama dikkatli bir şekilde birinci kata indim. Öyle ya önce can sonra canan. Telefona bir şey olursa bir şekilde yenisi alınır, alınıncaya kadar hayatım felce uğrayacaksa da hiç olmazsa ben felç olmayacağım. Bana bir şey olursa yatağa mahkum kalabilirim. Allah beni de herkesi de bu durumdan korusun. Neyse aşağıdan telefonu aldım. İnanılmaz bir durum! Kırılmamış, çalışıyor. Düştüğü en yüksek mesafe bu olmakla beraber yatakta elimden 1500 kere düştü, yine çalışıyor.  

İkimizin telefonu da aynı marka olduğu üzere aynı şarj aletini kullanıyoruz. Yazlıktayız, yasaklar var, en yakın hayati merkez buraya 10 km. Oraya da gidemiyorum. Bu sabah baktık ki onun şarjı da benim şarjım da işlemiyor. Kafaları değiştirdik. Fişleri değiştirdik, prizleri değiştirdik, her şeyi çarprazlama yaptık, olmadı olmadı olmadı.

Bizimki şarj aletinin kafasını çıkarıp bir ucu telefona diğer ucunu da bilgisayara taktı. Şarj çalışmaya başladı. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Pratik çözümler üretmesi beni oldukça şaşırttı ama işimiz çözülmüş oldu çok şükür. 

Pratik çözümler üreten Tamara'dan pratik tarif. 

Soğuk kahve; malzemesi nescafe, sade dondurma süt, likör.  Bir kişiye bir kaşık kahve konur, blendırla çırpılır, kaymaklı dondurma konur. Alkol isteyen olursa bir kaşık likör ya da viski konur. 

Dedim ya alem şu bizim Tamara. Allah ihtiyacı olan herkese onun gibi akıllı fikirli, samimi, pratik yardımcılar nasip etsin çünkü bu bir şans işi. Bizim kamyon arkası yazımız da yardımcım sağolsun! olsun.


12 Haziran 2020 Cuma

Kıyametim

Şimdi yasak kalktı ama anca bilgisayara geçebildim yazımı. Bir hafta gecikmeli olarak geliyorum dizi misali.

Korona virüs olayı dünyayı nerdeyse yerinden oynattı. Konulan yasaklar disiplinli yaşam gereğiydi. Kendimizi korumamız açısından şart olan kurallar, bizi yordu ve sıktı. Ben mizaç itibariyle yasakları sevmem. Mecbur olmaları sevmem zaten Bay P. yüzünden yeterince mecburiyetlerim var. Üstüne üstlük 2,5 ay evden çıkmamak beni boğdu. Face için yaptığım şeyler de vakit geçirmek için mecburiyet haline geldi. Askeri garnizon gibi. 65 yaş ve üstü şu saatlerde dışarı çıkacaklardır. 2- 4 saat izin verdiler. Onda da pastane restoran kapalı. Sadece parklara çıkıp oturuyorsun. İlk izinde evimizin yanındaki parka gittim. Yer bulamadım. Evden sandalye götürdük. Meğer bizim mahallede ne çok 65 lik varmış. Hoşgörüsüz devamlı gergin berbat bir haldeyim. Üç kişi burun buruna evden çıkmadan geçirdik bu süreci. Üstelik bizim bilumum konuşma ve müştereklik durumu var. Canım hep sıkılıyor. Hapis günler sinirimi bozuyor. Yat, uyu, yemek ye, her türlü tatminsizlik ve gerginlik ortamı yaratan bir negatif hava, içimden hep ağlamak geliyor. Ağrı için doktorumun verdiği ilaç günde 4 taneye çıktı. Yine de faydası yok. Sanıyorum ki bir kutuya da çıksa yine de fayda etmeyecek. Eve kapandıkça kendimi her şeyden elini eteğini çekmiş ve daha yaşlı biri gibi hissediyorum. Ne demek istediğimi sonunda bir şiirle anlatacağım. Bu korona kabusu bakalım ne zaman bitecek?

Kıyametim
Hayattan hiç bir beklentim yok,
Yaşadığım yıllar üzüyor beni,
Mutlu olmam gerekirken
Mutsuzum, umutsuzum..
Hayallerim bile bitti sanki.
Tarifsiz karanlıklar doluyor içime
Sebepsiz, tarifsiz acılar içindeyim.
Ben kimim, neyim, neredeyim?
Bugünde miyim yarında mıyım?
Kayboldum!


5 Haziran 2020 Cuma

40 yıllık dost gibi

Nerdeyse uzun yıllar birarada gibiyiz zona ile. O kadar birbirimize alıştık. Ne yapalım her zaman  istenilen misafir gelmiyor değil mi? 2,5-3 aydır Zona ve sancılı beraberliğimiz devam ediyor. Sebep stressiz üzüntüsüz ortam bulamayışım galiba... Zonanın sinir ucu iltihaplanması olduğunu biliyoruz. Ben sinirlendikçe üzüldükçe  zona da ağrısını arttırarak devam ediyor.

Yazlığa gidebilme  izni çıkınca (65yaş üzerine) hemen değerlendirdik. Ağrılarım azalıp çoğalarak devam ediyor. Ev kalabalık olduğu zaman, birşeylerle oyalandığım zaman,  ortam gergin olmadığı zaman ağrımı daha az hissetttığimi  farkettim. Bence evde kaldığımız/ dışarı çıkma yasağı süresi aşikar olunca zonamın neden geçmediği de anlaşılıyor.

40 yıllık dost gibiyiz diye düşününce aklıma şu şarkı geldi...

20 Mayıs 2020 Çarşamba

Bilanço


Mevcut stresim yetmez gibi üstüne birde Zona geldi. Zonanın nasıl bir hastalık olduğunu anca geçirmiş olanlar bilir diye düşünüyorum. Ayrıca ilkokul 3. sınıfta geçirdiğim için aklıma bile gelmemişti. Derler ya aklıma gelmeyen başıma geldi. Tüm ihtişamı ile ortaya çıktı. Bir geldi pir geldi. Berbat ağrısı, kaşıntısı, döküntü kabarcıkları ile tam kadro direniyor. 6. haftadayım. Hiç geçme gitme belirtisi yok. Mücadeleci ruhumu balon gibi söndürdü. Savunma hattımı yıktı geçti. 

Bir  üçüncü saldırı olan korona virüs salgınına karşı oldukca savunmasızım. Korona da herkeste farklı belirtiler veriyor. Kimi ölüyor, kimi kurtuluyor... Kendimi bomboş serseri mayın gibi hissediyorum. Sokağa çıkma yasağına uyduğumuzu da düşünecek olursam 65 gündür açık havaya çıkmıyorum. 

Sağ omuzumun üzerınde boynumun sağ tarafında saçlarımın içinde sağ kulağımın arkasında zona kabarcıkları döküntülerı var. Ağrıları müthiş dayanılmaz. Doktorumla konuştum bir hapımı  arttırdı. Ayrıca başka bir ilaç verdi. Ağrılarımı tam kesmedi. Ağrı benim herşeyle ilgimi kesti. Sabah kalk, kahvaltı yap, ilaçlarını iç biraz daha uzan tekrar kalk. Ne yapacağına karar verene kadar düşün.Hiç  bir şey için isteğim yok yok. Zorlayarak bir şeyler  yap. Zaman harca, boya harca, içinde heves olmayınca sabır kalmayınca yaptığın da bir şeye benzemiyor. Öfke kızgınlık yaratıyor.
Bir de omuzumda kabarcık herhangi bir zona emaresi yok iken derin kaşıntılı tuhaf bir ağrı var. En dayanılmaz ağrı da burada. Doktorun verdiği, eczanenin hazırladığı  solüsyonla pansuman yapıyoruz.
Öylesine kaşıntılı ağrıya devam ediyor. Sanki cilldimin altında iltihaplı bir yara var. Kaşısam 
ağrısı artıyor. Kaşımasam dayanamıyorum. Saçlarımın içinde de var. Bu yüzden saçımı boyatamıyorum. Boyatsam saç diplerim tahriş olup, daha beter kaşınacak. Ona sabır buna sabır sabır taşına döndüm. Bunların üstüne sol ayağımın tarak kemikleri yürümeme engel olacak kadar ağrıyor.
Birkaç gün eşimle otoparkta yürüdük. Ayağım ağrırken yürümek ağrıyı daha çok arttırıyor. Bana kendini zorla biraz gayret et diyorlar. Bu tür tavsiyeler beni öfkelendiriyor.

Yorgunum. Hem Bay P.'nin hem zonanın vücudumdaki aktif yaşamı beni çok yoruyor. Evden çıkamıyorum diye dert yanıyorum ama çıkacak olsam da enerjim yok. Son zamanlarda kafamın içi hava dolu sanki. Düşünmek, odaklanmak, konuşmak her biri ayrı bir zorluk. Gayret ediyorum ama olduğu kadarını da kabul etmek lazım artık. Önceki hastalıklarımdan hatırlıyorum ki bu dönemlerde Bay P. ortamı boş bulduğu için beni yokuşa koşmayı seviyor. Toparlanmam bakalım bu sefer ne kadar sürecek. Bir iki defa yutarken zorlandım. Bir de yutma bozukluğu eklenmesin diye kuvvetlendirici egzersiz verdi terapistim. Onları yapınca yan etki olarak ağzımın ve dilimin sağa sola istemsiz hareketleri de azaldı. Onu söylememiştim doğru. Çenem ve dilim benim sözümü dinlemeyi bir süreliğine bırakmaya karar vermişti. Neyseki durum tekrar kontrol altında. Konuşmam da etkilenmiş gibi hissediyorum ama terapistim çok da hemfikir değil. Onun işi olduğu üzere herhalde bana öyle geliyor diyelim. 

Evde olduğumuz üzere konuşacak kişiler belli. Eşimin kulakları az duyuyor. Ona birşey söylemek için oturduğun yerden kalkıp burnunun dibine kadar gidip iki üç defa söylemek gerekiyor. Patates desem o bana bayrama kaç gün var gibi alakasız bir şey söyleyebiliyor. Bir lafı 3-5 defa tekrar etmek kalk otur, laf anlatmak insanı yoruyor. Hevesini kırıyor. Bunu bir de Zonanın ağrısını çekerken yapmak insanı çok zorluyor. Bu durumun yan etkisi konuşmayı unutmak...

Şu içinde bulunduğumuz günlerde benden çok daha zor durumlarda olanlar olduğunu da biliyorum.  


Bilanço: Zonayı  davet için daha münasip bir durum olamaz. Bu durumların sessiz izleyicisi Bay P. de beni daha kötü durumlara düşürmek için elinden geleni yapıyor. Sanki daha kırılgan daha hassas oldum. 

Yazım uzun oldu ama bu aralar durum özeti geçmek dahi başlı başına bir olay...


29 Nisan 2020 Çarşamba

Canlı rüya

Normal hayatımda yürüyüş yapardım. Az veya çok önemli değil yapardım. Fizik tedavi alıyordum. Şimdi alamıyorum. Haftada 2 kere terapistimle konuşma, yutma, kognitif durum üzerine çalışıyorduk. Biri Skype, biri yüz yüzeydi. Şimdi ikisi de Skype üzerinden gidiyor.  Bu hareketsizlik ve eve kapanma hali  sanırım Parkinson'u bir adım ilerletiyor.

Bu evden çıkma yasağı evresinde yeni bir durum türedi. Canlı rüya görmeye başladım. Rüyadan çok gerçek gibi geliyor. Rüyalarımda konuşmaya da başladım. Bazen kendi sesime uyanıyorum. Kalktığımda gerçekten oldu mu diye evdekilere sorma ihtiyacı hissediyorum. Birkaç kere olmamış şeyleri olmuş gibi kabul ettiğim için ve ayırt edemediğim için artık sorma yoluna gidiyorum. Ben yavaş yavaş deliriyor muyum acaba diye düşünürken terapistime bahsettim ve buna canlı rüya görmek dendiğini öğrendim. İnsan uyurken dinlenir deniyor ama bu canlı rüya işi kötü oldu. Sanki paralel bir ikinci hayat daha yaşıyormuşum gibi yorucu. Sabahları dinlenmiş kalkmak imkansız.

Diyeceğim o ki, eğer sizde de bunlar oluyorsa korkmayın. Uyuduğunuza eminseniz, evdekilerle yaşanılanları teyit edip, gördüğünüz çılgın rüyaların keyfini çıkarın...


1 Nisan 2020 Çarşamba

Bu yaşta jonglör olduk iyi mi?


Bazen kendime şaşırıyorum. Bir gün önce tamam demek bir sonraki gün hayıra dönüyor. Geç karar veriyorum. Çabuk fikir değiştiriyorum. Kararı tutmakta zorlanıyorum. Oturduğum yerden kalktığım zaman, ilk adımı atmaktan korkuyorum. Sanki hayatımda ilk defa yürüyormuşum gibi bir bilmezlik hali yaşıyorum. Adım atmışım gibi başım ve vücudum ileri gidiyor, ayaklarım sanki yere yapışmış gibi geride kalıyor. Sonuç, dengem bozuluyor. Böyle bir dengesizlik durumunu sık sık yaşıyorum.
Her şeyle mücadele edebilirim, ama beyin yıkama gibi her kanalda korona virüs bilgilendirmesi var. Açıkçası oynatmaya az kaldı desem yalan değil. Neredeyse yaşamak zor geliyor gibi.
Bu aralar korona virüs lafı geçtiği için salgından dolayı ben gayret edip hasta olmamalıyım. Bu şartlarda (3 gün Abant'a gidip eşimin arkadaşlarının düzenlediği geziye katıldığım için kendimizi karantinaya aldık.) aşağı yukarı bir haftası geçti. Dün eşimin doğumgünü olmasına rağmen ben unutmuşum. Kızım İstanbul'un Avrupa kısmında oturuyor. Ailemin geri kalanı ve biz Anadolu tarafında kalıyoruz. Aralarında anlaşmışlar kızım ve büyük kız torunum masa örtüsü bıçak çatal kahve getirmişler, gelinim ve küçük kız torunum pasta yapmışlar, parkta bizi bekliyorlardı. Açıkçası parkta sürpriz doğum günü partisi olmuş oldu. Mum üflendi, pasta yendi, eşimin doğum günü partisi de bu yıl böyle oldu.
Bizim kendi kendimize yaptığımız karantinaya bir de devlet sınır koyunca tam evde kaldık. İlaveten  korunmak için almamız gereken tedbirler de eklenince işler biraz çatallaştı. Elimizi 20 saniye sürecek şekilde sabunlu su ile yıkamak. Dışarıdan içeri girince montları balkonda bırakmak, yıkanabilecek şeyleri sıcak suda yıkamak, protein ağırlıklı beslenmek gerekli yerlerde el hijyeni için dezenfektan kullanmak, bir şey bulamazsak kolonya ile temizlenmek gerekiyor. Bir sürü şeye dikkat etmem lazım. Dışarı çıkmamam lazım fakat illa çıkmam gerekirse maske ve eldiven takmak gerekiyor. Karşımdaki insanlardan 1 ila 1.5 metre uzak kalmam gerekiyor. Tokalaşmak, öpüşmek yasak! Eldivensiz kapı kolu, para, merdiven tırabzanı tutmamak lazım-mış!
Uzayan bir listeyle birlikte fark ettim ki yaşla birlikte yeni şeylere adapte olmak iyice zorlaşıyormuş. Çocuklar sanki dünyanın en normal şeyiymişcesine uyum sağlamışken ben kendimi 5 topla jonglörlük yapmaya çalışıyormuş gibi hissediyorum. Ve tabi ki tüm topları sürekli düşürüyormuş gibi. Hakkımızda hayırlısı. Daha ne diyeyim?

8 Mart 2020 Pazar

8 Mart




Kadın erkek ayırmadan bu kadar şiddet varken dünyada kutlaması zor da olsa pozitif şeylerin de ucundan tutmak lazım! 

Dünya kadınlar günümüz kutlu olsun!



Dünya nasıl hala dönüyor?


İhtiyar dünyamız sakin sakin dönmeye devam ediyor. Üzerindekiler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Her yer kaynıyor adeta. Her yerde olaylar var detaya girmeyeceğim. Bu huzursuzluk bütün insanlara yansıyor. Hani kar yağdıktan sonra kar topunu yuvarlayarak büyütürüz ya. Aynı şekilde sanki büyüyerek bana geliyor bu huzursuzluk. Allah beterinden korusun! 

Yakın geçmişten bu yana bir sürü ülke yangınlarla, sel felaketleriyle, depremle, korona virüsüyle, savaşla, göçmenler sorunuyla  uğraşıyor. Bunlar stres, titreme, kırılganlık olarak bana dönüyor. Herkesin etkilendiği bu olaylar zinciri ya yaşamın yada yaşımın gereği beni çevremdekilerden daha derinden etkiliyor (en azından bana öyleymiş gibi geliyor). Sürmekte olan  savaş bir sürü ocağı söndürüyor. Analar ağlıyor. Ben de ağlıyorum, çünkü bende bir anayım. Bir ana için evladın ne demek olduğunu biliyorum. Bütün bu olayların eve yansıması da başlı başına ayrı bir konu. Bugünkü yazım bu kadarla kalsın, eve yansıması hakkındaki fikrimi bir dahaki yazımda anlatırım.


4 Şubat 2020 Salı

Erken öten horoz misali


Kendimi bildim bileli eleştiri hayatımın bir parçası oldu. Hepimizin öyle değil mi zaten? Bugüne kadar hep kültürümüzün bir parçası, daha iyi olayım, daha iyisine ulaşayım diye olduğunu düşündüm. Fakat öyle bir döngüye girmişim ki özgüvenim kalmamış. Yapılan eleştiri haliyle kişisine göre ve kullanılan kelimelere göre değişiyor. Bir de işin algı tarafı var. Ben doğam gereği biraz pesimistim sanırım. Söylenenleri de hep daha olumsuz tarafından anlamak ve kendimi yetersiz hissetmek bu konuda bana hiç yardımcı olmamış. Bir şeyleri eksik yada yanlış yaptığımı o kadar geç anladım ki birinden olumlu bir yorum, iltifat, söz duysam inanamaz hale gelmişim. Acaba bir yanlışımı mı gördüler yada bir ima, ince bir alay mı var? Bana neden böyle söylediler? Benim neyim var ki diye  sorguluyorum. Halbuki çocukluğuma dönsek, abilerim bir makarna pişirsem birbirlerinden farklı olumlu yorumlar yapardı. Nereden nereye hikayelerinden biri daha...

Şimdi  kimsenin kusursuz olmayacağını nazari olarak bilmiş olsam da mükemmellik diye bir sınır olmadığını da biliyor ve kabul ediyorum. Kusursuz olmak sevilmek için şart değil. Belki çok ötüyorum ama savunmasız değilim :)



21 Ocak 2020 Salı

Göl mayalanır mı?


Yaşımla birlikte hayat amacımın değiştiğini fark ettim. Çocuklarım küçükken yürüsün sağlıklı büyüsün bezini atsın konuşsun derken onlarla birlikte ben de büyüdüm. Zamanı geldi üniversite sınavlarını kazanmaları en önemli amacım oldu (anılar şiirinde olduğu gibi). Zamanla onlar toplum içinde yerlerini aldılar. Yaşım ilerledi yaşla gelen halleri sahiplendim. Artı bir de parkinson geldi. Geçen zamanla ve hastalığın etkisiyle hareketlerim yavaşladı ve evin en büyüğü olmamdan dolayı yardım teklifim kabul edilmediği gibi yapabileceğim şeylere engel olundu. Hizmet ederken hizmet edilen durumuna geçtim. Parkinson bütün negatifliğine rağmen kendi işimi kendim yapamadığım için bana boş zaman kazandırdı. Bu boş zamanı istediğim ve yapabilirliğim oranında değerlendiriyorum. Şimdilerde hayat amacım hiç düşünmediğim şekilde değişti. Yazdığım şiir yaptığım resim titizlenme sebebim oldu. İyisini ve daha iyisini yapma gayreti içerisindeyim. Amacım yazdığım şiirleri bir kitapta toparlamak yani bir şiir kitabı çıkarmak. Gönül bu ister de ister ayrıca olasılığın şans ve tesadüfe bağlı olarak bir şiirimi şarkı haline getirme amacı taşıyorum. Gayret var istek var emek var. Şimdi Nasreddin hocaya sıra geldi. Köylüler bir göl kenarında hocayı görüp ne yaptığını sorarlar. Hoca da göle maya çaldığını söyler. Hiç olur mu hoca der köylüler göl maya tutar mı? Hoca bir an durup ya tutarsa demiş. Öyle ya benimki de ya olursa?



Anılar


Oturup düşündüğüm zaman
Anılar  gözümde tazelenir
Daha dün gibi dediğim şeyler
Bir anda canlanır ve yaşlanır
Daha dün gibiydi gençlik yıllarım
Endişelerim vardı çocuklarıma dair
Endişelerim vardı geleceğe dair
Aylar yıllar geçti
Takvimden yapraklar düştü birer birer
Mevsimler  değişti
Çehreler  değişti zaman degişti
Küçükler büyüdü
Büyükler daha da büyüdü

Hayata dair cevaplanmamış sorular
Anılarda  kaldı

9 Ocak 2020 Perşembe

Seneye giriş


Ritüel haline getirdiğim senelik değerlerlendirmemi bu sene de yapıyorum. Geçen sene kitap okuyamıyordum. Bu sene de okuyamıyorum. Geçen sene fiziksel aktivitem evde haftada iki saat fizik tedavi seansıydı adeta. Daha az evden çıkıyordum. Bu sene fizik tedavi eşliğinde kendimi dışarı atıyorum. O uyuşuk halim dışarıdayken hafifliyor sanki...Dışarısının iyi geldiğini fark ettim. Arkadaşımla da bol bol geziyoruz. Trene binip, Tuzla'ya bile gittik. Daha önce de Florya'ya gitmiştik. Bakalım daha nerelere gideceğiz. Düşüncesi dahi mutlu ediyor.

Aslına bakarsak bu sene aile olarak çok yıprandık. Çok hastalıklı bir sene geçirdik. Kaybımız oldu. Hastalığım için de çok sarsıntılı bir yıl oldu. Bay P.  ile ileri geri dans edip, durduk. Bütün bunlardan sonra bahsettiğim aktif hale gelmek bir hayli azim istedi. 

Ruh halim, bedensel sağlığım, sosyal yaşantım ve işlevselliğimin tamamına baktığımda aylara göre bile nasıl bir seyir izlediğini söyleyebilirim. Ocak, Şubat, Mart'ta  pek iyi değildim. Haziran'da daha iyi durumdaydım veya en azından öyle hissediyordum. Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım'da kötüydüm ve giderek kötüledim toparlamak yerine gibi hissettim. Aralık ayında nihayet doktoruma gittim. Onun ilaç dozlarımda yaptığı küçük artış ve dışarı çıkmalarımla beraber toparlıyorum. Bu arada dile kolay Bay P. ile olan beraberliğimizin yıldönümünü de geçtik. Bunun yansıması olsa gerek hareketlerimde bir donma gibi, tam olarak  nasıl ifade edebileceğimi bilmediğim birşey başladı. Oturduğum yerden kalkınca ilk adımı atmakta zorlanıyorum. Sanki kafam önden gidiyor ama bacağıma hadi emri gitmiyor gibi. Şöyle bir durup toparlanıyorum. İlk adımı atınca gerisi geliyor. Ben bu hastalığın  tedavisinin ilerlemesini yavaşlatmaktan ibaret olduğunu biliyorum ama gayret edip, doktor ve terapistlerimle işbirliği yapmak yine de çook güç istiyor.

Bununla birlikte gecikmeli de olsa herkese iyi seneler! Geçen seneden daha sağlıklı ve daha sakin bir yıl olması dileğimle..


Hoşgeldin 2020! 

2 Ocak 2020 Perşembe

Görünen köy


Bloguma baktığım zaman yazı yazmaya başladığımdan beri ortalama yazdığım yazıların sayısının düştüğünü görüyorum. Eskiden haftada iki yazı yazarken şimdi ayda bir yazabiliyorum, o da belki. Eskiden  hastalığımın üstümdeki etkilerine dair paylaşacak şeyler azdı ama paylaşım arzum yüksekti. Yaşadıklarımı paylaşırsam benim durumumda olan insanlar yalnız olmadıklarını görür diye umarken bir yandan da kendimi rahatlatmak için bir kanaldı yazmak. Geçen zaman içinde paylaşacak şeylerin artmasına rağmen yazı yazmanın ve  tamamlamanın zorlaştığını görüyorum. Daha duygusallaştım. Bir çöküntü içindeyken de yazı yazmaya başlayamıyorum. Başlamışsam da tamamlamam çok zor oluyor. Bunlar ara vermeme neden oluyor. Ara verdikten sonra da başına tekrar oturamıyorum.

Daha az yazıyorum, çünkü diye başladığımda bir liste ile devam ediyorum aklımda. Bahanelerin arkasına saklanmam, yazı yazmadığım için duyduğum gereksiz suçluluk duygusunu bir nevi bastırmak için. Elbette enerjimin düşük olması, duygusal olarak daha çok dalgalanma yaşamam ve yazdıklarımın içime sinmemesi yazı sıklığımı etkiliyor. Fakat bahaneye de ihtiyacım yok...

Önceden terapistimle takip ettiğimiz yabancı Parkinson bloglarında hastalık ilerledikçe düşüyor yazı sıklığı diye düşünürken öyle olmadığını gördüm. Yani tek sebebi hastalık değil. Bunu da anca kendim yaşayınca anladım. Demek kı görünen köy kılavuz istemez her zaman tutmuyormuş. Bu durumda görünen köy hem kılavuz hem yaşanmışlık istermiş.