19 Aralık 2018 Çarşamba

Mevsimler mevsimler


Yazı başlığı bana eski bir şarkıyı  ve o zamanların modası olan tutulan şarkılardan film yapma olayını ve filmi hatırlattı. Bu güzel şarkıyı da sizinle paylaşacağım. Her sene mevsim geçişleri ile ilgili yazı yazıyorum. Adeta bir ritüel gibi. Bu sefer farklı giriş yapmak istedim. Mevsim değişiklikleri artan yaşla beraber kendini hayatımızda daha etkili hale getiriyor. Hastalık, moral vs de üstünün tuzu biberi.. 

Benim bu seneki tablom da şöyle; 
Ödemim devam ediyor. Yakın geçmişte hastalandığım zaman yürüyemedim. Bu beni gerçekten çok korkuttu. Tekrarlar mı diye de hala endişeleniyorum. Ayrıca huzursuz bacak sendromu gibi rahatsız edici bır durum ortaya çıktı. İlaçlarımı düzenli kullandığım halde uykularım düzensiz. Fakat herşey de kötü değil. Moralim iyi olduğu zaman herşeyi daha yapılabilir, dayanılabilir, hafifletilebilir olarak görüyorum.

O zaman havalar nasıl olursa olsun sizin havanız iyi olsun!         



Şarkı: 
GEÇSİN GÜNLER (hatıra)

Geçsin günler haftalar 
Aylar mevsimler yıllar
Zaman sanki bir rüzgar
Ve bir su gibi aksın
Sen gözlerimde bir renk
Kulaklarımda ses
ve içimde bir nefes
olarak kalacaksın


17 Aralık 2018 Pazartesi

Bugün de akşam oldu...


İnsan gençken yaşlılığı düşünmüyor. Daha çok günlük, aylık, senelik düşünceler içinde kalıyor. Gençlik ve o dönemlerin telaşı zamanı dolduruyor. Yaşlılık bana çok uzakmış gibi gelirdi. Titanik batmaz misali... Yaşlılık fikrini şimdi bile kabul etmek istemesem de; çocuklarımın evli barklı olgun yaşta olmaları, dünya tatlısı torunlarımın varlığı beni büyük  hanım statüsüne oturtuyor. Bir de yaşlılık promosyonları var üstümde. Tansiyon, insülin direnci ve en büyük piyangom sayılan Bay P.'m var.




Şehirde yaşayan şanslı genç yaşlılardan biriyim. Oturduğum binada asansör var. Ayrıca evimin etrafında 3 tane park mevcut. Şehirde o kadar çok kuruluş, etkinlik ve dernek var ki yetişmek mümkün değil...Bunların içinde yaşlılık ile ilgili ve yaşlılara yönelik olanlar da var. Bunlara tesadüfen gazete, dergi, televizyon gibi mecralarda rastlıyorum. Sonra unutuyorum. Akademisyenlerle dolu olan bu dernek benzeri kuruluşların alt yapısı yok, iletişimi yok, oysa ki benim apartmanıma gençten çok yaşlı var. Sadece benim oturduğum yerde değil genel olarak ülkemizde gitgide artan bir yaşlı nüfusu var. Kendi kendine yeten var. Bakıma ihtiyacı olan var.

Bu bir kere adını görüp, duyup da unuttuğum dernekler acaba yaşlanan nüfusa ulaşmak için ne yapıyor? Yaşlıların ihtiyaçlarını öğrenmek adına kendileriyle ve yakınlarıyla irtibata nasıl geçiyorlar? Derneklerin yaşlılardan ve yakınlarından beklentilerinin ne olduğunu nasıl belirliyorlar? Bu sorular daha sadece buzdağının tepesi. 

Bulunan sponsorlarla yapılan reklam kampanyalarıyla, ilan, afiş ve bilboardlarla duyuru yapsalar da böylece insanlar nereye başvuracaklarını bilseler hiç olmazsa diye düşünmeden de edemiyorum.



Enginde yavaş yavaş günün minesi soldu,
Derdin bana arkadaş,
Bugün de akşam oldu....

28 Kasım 2018 Çarşamba

Hayalimde ben..

Bu yazıyı yazarken aklımda arka fonda şu şarkı çalıyordu:
https://www.youtube.com/watch?v=Wfg0yXbkYAc

İnsan yetilerini kaybetmeye başlayınca hala yapabiliyor olsaydım nelr yaparsım diye düşünmeden edemiyor. 
Eskiden olduğu gibi rahat yürüyebilseydim yeniden seyahat güzergahımda Asya
kıtasına öncelik tanırdım. Eskiden beri çok görmek istediğim Nepal’i ilk sıraya koyardım. Bu büyük programları unutmadım ama artık imkansızlaştı. 

Hadi uzak seyahatlr, programlar olmasa günlük yapmak istediklerimde farklı olurdu. Mesela sabah uyanınca midemi boş bırakmamak adına bir bitki çayı ve iki galeta yedikten sonra yürüyüşe çıkardım. Bir saat civarı yürüdükten sonra kahvaltımı yapar, bir arkadaşımla 11:00-11:30 gibi kahve içmek üzere sözleşirdim.  Dışarıda bir yerde sözleşir ve oraya kendi arabamı kullanarak giderdim. Öğleden sonra bir sinema yapardım. Saat 17:00 gibi kendimi şımartır çay partisi düzenlerdim. Saat 6:00-8:00 arası hafif bir yemek(et-salata) hazırlardım. Gece müzikli bir yere gitmek isterdim. 

Bu noktada bir Nasrettin hoca fıkrası aklıma geldi. Hoca bir yerden bir yere giderken karşısına bir yokuş çıkmış. Hoca bir yokuşa, bir de yokuştan çıkanlara bakarak yüksek sesle,  “Ah be hoca!” demiş. “Gençken bu yokuşu koşarak çıkardın değil mi?” demiş. Herkes gidip, yalnız kalınca kendi kendine “Hoca! Hoca! Sen ne çabuk unuttun kendini.” demiş. “Sen o zaman da bu yokuşu zor çıkardın.”

Sözün kısası hayal etmesi iyi güzel de hakikaten sağlığım ve fiziksel kondisyonum yerinde olsaydı bile ne kadarını yapardım bilemiyorum..


24 Kasım 2018 Cumartesi

Ara

Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba demek istiyorum. Uzun bir ara derken kendimi özel bir proje üzerinde çalışmak üzere programladım. Bu sebepten blog yazılarıma da uğraştığım diğer aktiviteleri de biraz ihmal ettim. 

Ah! Bu arada az daha unutuyordum. Hastalandım! Ne olduğunu, nasıl olduğunu anlamadan hastalandım. 

Bay P. zaten sinirlerimle oynamayı çok seviyor. Hastalık öncesi ve esnasında iyice beter oldum. Hava güneşli olunca dışarı çıkmak istedim. Evde yalnız olduğum için üstümü yardımsız giyinmem gerekiyordu. Uğraştım, uğraştım, uğraştım...O kadar yoruldum ki ağlamaya başladım. Dışarı çıkma hevesim kayboldu. Bir üşüme gelince hemen yattım. Uzun lafın kısası berbat bir duruma geçiş yaptım. Ayaklarıma ağırlık bağlanmış gibi oldu, uyuştu. Ayaklarımı yerden kaldıramadım. Dilim dolaştı. Müthiş bir paniğe kapıldım. Ağladım. Bu sefer başım ve gözlerimde de ağrı başladı. Vücudumda seyirme hissi de bütün bu olanlara eşlik edince ne yapacağımı şaşırdım. Doktorumun verdiği ilaçları ve doktorumun verdiği ağrı kesıciyi içtim ve yattım. Gece tuvalete bile yardımcımla  gittim. Sabah kızım geldi en yakın hastanenin aciline götürdü tansiyon ilacımı içmiş olmama rağmen ölçüldüğünde 18 -10 du. Hala desteksiz yürüyemiyordum. Acile yatırdılar. Malum bir sürü tahlil yaptılar. Serum bitince eve geldik. Ben yine kollardayım. 

Bir panik, bir panik… 

Böyle kalır mıyım korkusu!

Evde birkaç gün daha bastonla yürüdüm. Baston olarak kayak batonlarından birini kullandım. Tahlil sonuçlarına göre enfeksiyon çıktı. Enfeksiyon Parkinson’un üzerimdeki etkisini artırmış. Meğer nörolojik hastalıklarda enfeksyonlar genel durumu daha da çok etkilermiş. Neyseki son yaptırdığım kültür sonucu temiz çıktı. OH! 

Gayretle, zorlayarak bastonu bıraktım. Velhasıl bu sefer atlattım çok şükür... Bir sonraki doktor ziyaretimde çay içmek dileğiyle..




24 Ekim 2018 Çarşamba

Çıplak kek


Seyrek de olsa içimden bir şeyler yapmak yada pişirmek geliyor. Fırın işlerinden uzak kaldım. Fırınlı ocağımı yenilemiştim. Hiç memnun kalmadım. Turbo fırın kullanmasını beceremedim. Servis çağırdım. Onlar tepsiyi dibe ittiğim için olduğunu iddia etti ama yine olmadı. Altı pişiyor, üstü yanıyor. Ortası çiğ ve hamur kalıyor.  Sonuç tam bir fiyasko! 



O gün de canım illa ki kek yapmak istiyor. Kek  hamurunu  hazırladık, koyduk. Herşey tamam sıra pişirmeye geldi. Kekimiz bir güzel kabardı. Beklenen sonuç altı da üstü de yandı. Ortası da idare eder kıvamına geldi. Biz de kekin altını üstünü soyduk. Kek çıplak bir görünüm aldı. Bir d,lim kestim yedim. Tadı da güzeldi.

Bir süre sonra torunlarım, kızım, oğlum geldi. Birer dilim alıp, yediler. Bu çok güzel bir kek, tarifini alalım diyerek adını sordular. Ben de çıplak kek diye cevap verdim. Nasıl yani diye şaşırarak baktılar. Ben de kek tarifini verdim ve kekin altını üstünü biraz fazla pişirip, yakmalarını sonra alt ve üst parçaların itinayla soyulmasını çıkarılmasını söyledim. Sonra bu bir insan olsa, altını üstünü çıkaran insana ne denir diye sordum. Gülerek çıplak diye cevap verdiler. İşte bu da çıplak kek dedim ben de.

Bunu arkadaşlarım arasında anlatırken, becerisine güvendiğim bir arkadaşım değişik bir pişirme şekli
önerdi. Keki ben mari usulü pişirmeyi denememi istedi. Yani klasik kek tarifini uyguladıktan sonra şu adımları takip etmemi istedi; 
  • kek hamurunu boşalttığımız kabı daha büyük bir tencereye oturtup,  
  • büyük tencereye üç parmak su koyup,
  •  tencerenin kapağını kapatıp, 
  • 45 dakika kısık ateşte (fırınsız ocak üzerinde) pişirmek. 

Çok şaşırdım ama sonuç mükemmel oldu. Kabarık ve yanmamış bir kek elde etmeyi başardım! Ben zannetmiştim ki benim becerikli arkadaşım kendi icat ettiği bir yöntemi bana anlatıyor. Meğer öyle değilmiş. Hatta bugünlerde fırın içinde de su dolu kapta kek pişirmek pek bir modaymış. 



8 Ekim 2018 Pazartesi

Tablo


Bir tablo hazırladım. Ne kadar zormuş. Hele bir de buraya konulacak formata getirene kadar çok yardım almam gerekti! Tablomun konusu da tam da bu. Günlük hayattaki kaynaklarım ve onları nasıl kullandığım. 





Yaptığım herşeyde ise ana şartlarım olmazsa en bağımsız yapabildiğim şeyi dahi yapamıyorum! Ana şartlarım: zaman, sabır ve moral. Eğer bunlardan biri eksikse otomatik olarak üzerimde baskı hissediyorum. Baskı dediğimde yanlış anlaşılmasın, dış mihraklardan bahsetmiyorum. Direk olarak kendi üzerimde kurduğum baskı bile yetiyor. Elbette aile, arkadaş, doktor veya tamamen yabancı insanlarla birarada olunca baskı farklı oluyor fakat hepsinde ana fikir ve sonuç aynı. 

Ana şartlarda eksik = Baskı  = Yapamıyorum!


30 Eylül 2018 Pazar

Tıp tıp tıp

Yağmurun tıp tıp tıp ses çıkaran damlaları
 İnsanı içine döndürüyor
 Çocukluk gençlik yıllarını hatırlatıp,
 Bazen gülümsetip bazen üzüyor
 Hayatta keder ve neşe birbirini
 Takip eder demişti felsefe hocamız

 Halide Tayşi
 Gözü açık oturarak uyumayı
 Öğrenmiştik sayesinde
 Kök söktürürdü sıfırcı Fethiye hoca
 Fatih’te onunla yarışırdı Sn. Samiye Develi
 
 Adana’da kimya hocamız derdi  
 "Uzaya pikniğe gideceksiniz "belki de
  Edebiyat hocamız Sevgili Ulviye hoca
  Çok  severdim, sevilirdim
  Koruyucu meleğimdi adeta
   
Sonra havuz başındaki resim öğretmeni  Mine hoca
Sığınağımız zor zamanlarda
Halden anlardın, bayılırdık sana
Okulun en güzel en renkli hocasıydın
 Sevgili Rayegan hoca
 Severdik kendisini sadece
 Ne var ki sevmezdik o yaşlarda
 Ne  Mozart’ı ne Handel’i ne Bach’ı

Sonra Ünzile hanım vardı
Bazen tatlı çoğu zamanda sert  
Tülin Hanımla sevdim Sanat Tarihini 
 Sevdiğim ders miydi hoca mı hatırlamadığım......

        BİZLER ŞANSLIYDIK
        HOCALARIMIZIN HEPSİ ELİ ÖPÜLESİ DEĞERLERDİ
        YAŞAYANLARA SAĞLIK SELAMET
        ÖLENLERE RAHMET DİLİYORUM

19 Eylül 2018 Çarşamba

Yokum diyor!


Gündüzler bir şekilde geçiyor ahh!!! Geceler vicdan ve aklın meydan muharebesine girdiği  zindan karası geceler... Uyursam geçiyor da uyuyamadığımda gecede bitmiyor gecenin etkileri. Sabah dinliyorum "bir gece de o inip çıkma"... 

O merdivenden sayısız kereler inip çıktığım geceler bunlar. Gece geçsin diye orta kata çık yat, dön dön dön.. ordan kalk çatıdaki yatak odama  çıkıyorum. Yat. Dön dön... Kalk karanlıkta otur ağla ağla anılar, pişmanlıklar, gelmiş geçmiş  hep kendini suçla suçla. Karanlıkta yatakta ne kadar oturulur ordan kalk. Kimseyi uyandırmamak adına ışık yakmadan oturup,  popomu kaydırarak indiğim merdivenler sonrasında salondan balkona çıkıyorum. Ortalık zifir karanlık gece uzadıkça uzuyor. Bari biraz balkonda oturayım diye düşünmek üzere iken sivri  sineklerin coşkulu  bayram sevinciyle karşılaşıyorum. Gözümüz yollarda kaldı misali ilgi taarruzunda kaldım. Bir ilgi bir ilgi ki ısırılmadık yerim kalmadı. Bu seneki sineklerde  bir tuhaf. Pijama, pantolon demeden şişliyorlar. Velhasılı sabaha kadar volta at ve ağla sabah ezanından sonra yorgunluktan bitap düş yat…Yatınca da kasılma, vücudumda bir şey geziyor hissi, pire ısırıyormuş hissi kaşıntı sarıyor. Vücudum bana yokum diyor.

Bütün bunlarla birlikte huzurum yok! Şikayetim yok! Ama açıkçası ben yok oluyorum…


Zaman  her şeyin ilacı derler yaşananlar  unutulmuyor  ama  geçen zamanla durum değerlendirilmesi  yapılıyor. Farklı açılardan bakılıyor. Yorumlar ağır basıyor. Yaşananların duygusal boyutu yaşanan anın kendisini geçiyor.

İlk günler sadece ağladım hiç bir şey düşünmeden düşünemeden sadece ağladım. Kafamın içine hava doldu. Başımı  balon gibi hissetmeye başladım. Önce kendimi saldım. Her şeyden vazgeçtim. Şiirlerim başta  olmak üzere bana ait şiirlerim fotoğraflarım ve her şeyi yok etmeye karar verdim
Sonra verdiğim kararı terapistimle konuşma ihtiyacı duydum. Onunla yazışmak iyi geldi ve bana
yatsam da kalksam da yanımda olacağını belirtmesi;  benim  kendime farklı açıdan bakmamı sağladı.

Bir hayli düşündükten sonra daha sonraki günlerde toparlanabilmek adına neler yapabilirim arayışına girdim. Resim yapmayı denedim olmadı. İki resim denedim ikisi de berbat oldu. Müzik dinledim. İşe yaramadı. Kitap okumaya çalıştım ne konsantre olabildim ne bir şey anladım. O da işe yaramadı. Yapamadığım  şeyler daha çok  moralimi bozdu. Sonunda  değişik bir şey buldum. Arka fonda uygun olduğunu düşündüğüm bir müzik eşliğinge şiir okumak iyi geldi. Benim için değişik bıkmadığım bir uğraş…

Umarım bu bana daha uzun süre iyi gelecek...

30 Ağustos 2018 Perşembe

Başarılı yaşlanma

Son zamanlarda okuduklarımdan, öğrendiklerimden ve duyduklarımdan yola çıkarak başarılı yaşlanmanın benim için ne ifade ettiğini paylaşmak istiyorum. Artık eskisi gibi 50sini geçen yaşlanmış veya 35 yaş yolun yarısı değil diyorlar. Ben de öyle hissetmiyorum zaten. Ben 65-85 yaşları arasının tekabül ettiği genç yaşlılardanım. 85 yaşına kadar da yaşlı muamelesi görmeyi reddediyorum!

Bu demek değil ki herşeyi gençler kadar iyi bilirim. Kendi adıma konuşacak olursam teknolojiden anca kendime yetecek kadar anlıyorum. Önceki yazılarımdan da belli etmiştir kendini ki telefonumun da bilgisayarımın da kendi hayatları olduğunu düşünüyorum. Tabi ki bunları kullanırken çocuklarımdan takıldığım yerlerde yardım istiyorum. Bunu yaşlılık olarak görmüyorum. Yardım istemek büyüklük ister. Hata yaptığını kabul etmek ister. Yoksa ben sana kaşık tutmasını, konuşmasını, hatta biraz daha ileri gidip, herşeyi öğrettim sen bana ne öğretiyorsun hayatı benden öğrenceceksin diyenler de var. Tanıyorum!

Neden yardım istemek konusundan girdiğimi de şöyle anlatayım.Hastalığımı kabul edip, yardım istemeye başlamam zaman almıştı. Son 1-1,5 sendir kabul ediyorum ve yardım da istiyorum. Fakat etrafın hareketlerinden, gençlerin bakış ve duruşlarından belli ki yahu kadın gelmişin şu yaşına çekil işte köşene diye düşündüklerini görüyorum. Sadece o da değil, sıklıkla yaşıma göre hareket etmemekle itham edildiğim de doğrudur. Suçluyum, suçumu kabul ediyorum diyeceğim. Tam değil! Ben kendimi yaşımda hissetmiyorum. Annemlerin zamanında böyle değildi. Ne tıp bu kadar ileriydi, ne de beklenen yaşam süresi bu kadar uzundu. Şimdi hastalığın mı var çaresi var...İyileştirmese bile seni toparlıyor. Özellikle Türkiye için konuşacağım. Her köşede bir kuaför var. Yaşım ileri gidemiyorum diyene eve de gidiyorlar. Bakımlı görünmek zaten görüntüden 10 yaş ufaltıyor. Saçın boyasıydı, elin ojesiydi...bunlar işin kolay kısımları.

İş göründüğün yaşta hissetmek değil, hissettiğin yaşta yaşamak!

Benim için başarılı yaşlanmak mümkün olduğunca uzun süre aktif yaşamımı sürdürebilmek demek. Kendi kendime yetebildiğim kadar yetebilmek demek. İşin sırrını devamlılıkta görüyorum. Bana bugün evden çıkma artık deseler, 3. günde yataktan çıkacak enerjiyi kendimde bulamam artık. Birkaç hafta içerisinde yatalak bile olabilirim. Hayatım boyunca sürekli iş yapmışım. İşe girip çalışmak olarak demiyorum. Ev hanımı ve anne olmak da zor zanaat. Herkesin hem peşinden koşacaksın, hem herşeylerini ayarlayacaksın, hem de hiçbirisi bunu fark etmeyecek. O işler karmaşık! Neyse...Şimdi yemek pişirme ve ev işlerini çevirme kısmını yardımcım üstlendi. Malum yapamıyorum. Bana da kendime meşgale bulmak düştü. Fazla aramama gerek kalmadan terapistim bütün boş zamanlarımı dolduracak kadar malzeme attı üzerime. Önce yapamam dedim, şimdi onlarsız yapamam diyorum.

Şimdi gençler diyor ki onu bırak, bunu bırak, otur köşende biz sana hizmet edelim. Yaşına göre davran. Gururum okşanıyor beni el üstünde tutmak istemelerine. Bir keyif kahvesini hazırlayıp, getirmeleri iyi güzel de ben kendi işimi kendim görmek istiyorum. En azından yapabildiğim sürece bağımsızlığımı korumak istiyorum. Öyle uzun yaşayacağım diye iddiam yok ama yaşadığım kadarını da artık istediğim gibi ve kaliteli yaşamak istiyorum! Yoksa neden Bay P.'ye pay vermemek için bu kadar uğraşayım ki?



Bir de şiirimi ekleyeyim ve bitireyim...

Bundan sonra

Eskilerin bittin dediği yaştayım
Bilmem ki bundan sonra ben
Hep kış mı yaşamalıyım?
Benim gönlüm filiz filiz
Çiçek çiçek
Filizlerimi kurutup,
Çiçeklerimi soldurup,
İçime zemheri doldurup,
Ben hep kış mı yaşamalıyım?

28 Ağustos 2018 Salı

Şiirlerimden seçmeler


ANILAR
Oturup düşündüğüm zaman
Anılar gözümde tazelenir
Daha dün  gibi dediğim şeyler
Bir anda canlanir ve yaşlanır

Daha dün g.ibiydi  gençlik yıllarım
Endışelerim vardı çocuklarıma dair
Endişelerim vardı geleceğe  daıir
Aylar yıllar geçti


Takvimden yapraklar düştü birer birer
Mevsimler değişti
Çehreler değişti  zaman değişti
Küçükler büyüdü  büyükler daha da büyüdü
Hayata dair cevaplanmamış sorular
Anılarda kaldı……..



DOĞRU
Gönlüm pembe ister aklım mavi
İnatla çekişirler  ileri geri
Akıl doğru yolu göstermek ister
Gönül her doğrunun doğru olmadığını söyler


Eskiden doğrular bir taneydi
Şimdi çeşit çeşit kendine göre
Akıl şaştı bu işe
Hangisi doğru kime göre
Bilemedim çözemedim
Aklımı dinlemeli gönülle mi hissetmeli
Acep ne demeli


9 Ağustos 2018 Perşembe

Tatil


Kendimi yaydıkça yayıldım. Yaptığım tek şey keyfime zaman eylemek oldu. Bir haftalık Yunanistan tatili bu zaman dilimi içinde yer aldı. Hazırlanmak, pasaport işlemleri, çarşı pazar ayrıca zaman aldı. Yola çıktık her şeyi ben yapıyormuşcasına heyecanlandım. Karnımda hafif bir ağrı oluştu. Arkada oturursam daha rahat edeceğimi düşündüm, öyle de yaptım. Neyse bir şekilde bizim sınır kapımıza gelinceye kadar İstanbul’un görmediğim yerleri, otobüslerin üzerinden adlarını okuduğum genişleyen ve gelişen semtlerinden geçtik.

İstanbul benim çocukluğumda yedi tepeden ibaretti. Sanırım şimdi en az yetmişyedi tepe olarak genişlemeye devam ediyor. İpsala sınır kapısından geçtik, Yunan sınır kapısından da geçtik, bir saat yol aldıktan sonra feribota binerek Taşoz adasına geçtik. Pansiyonumuzu bulduk, biraz dinlendikten sonra pansiyona yakın olan bir plajdan denize girdik. Su malum biraz tuzlu Ege Denizi, sırt üstü yüzdüm ama dönemedim, biraz su yuttum istediğim gibi yüzemediğim için panikledim, yüzemedim, yüzemedim.

Tatilin tümü güzel geçti. Tatilin benim üzerimdeki etkilerine gelince; psikolojik yönden bana getirisi çok oldu. Moralim düzeldi ( kendimi dinlemediğimi düşünsem de  tek düze yaşam içinde çoğunluk gibi kendimi dinlemişimdir, bu konuda dikkatim dağıldı ). Ortamdan uzaklaşmak, yurtdışı seyahati  ve kızım ile beraber olmak, değişik güzel yerler görmek beni çok mutlu etti. Kendi arabamız ile dolaşmak da bana yeterli konforu sağladı.

Olumsuz taraflarına gelince, aşırı sıcak beni bir hayli zorladı. Ege Denizi benim alıştığım , girdiğim Karadeniz’den tuzlu olduğu için mi? Benden mi  kaynaklandı bilemiyorum, fakat yüzemedim. Kızımın eşliğinde yüzmeye çalıştım ama sonuç yine FOS…
Yürümekte hareket etmekte zorlandım ama gayret ettim, normal uyumu bozduğumu zannetmiyorum. Güzel yerler gördük, güzel insanlar ile tanıştık, güzel şeyler yedik içtik, sonuçta Yunanistan’ın kuzeyindeki Taşoz Adası’nın gezip görülecek temiz, güzel, hesaplı, tavsiye edilebilecek bir yer olduğu konusunda karar kıldım.

Ayrıca tatil arkadaşlarım olan kızıma , eşime benim ile fazlası ile ilgilendikleri için teşekkür ederim. İnşallah bir daha Taşoz’a gitmek kısmet olur.



10 Temmuz 2018 Salı

Diyelim ki seyahate gideceğiz...


Evde oturmayı severim. Söz konusu evden çıkmak olunca ok yaydan çıkıyor. Biraz açmam gerekirse  evden eşimle veya onun düzenlediği herhangi birşey için çıkılacaksa ben her zaman olduğu gibi "kaçta çıkarız" dediğim zaman kulaklarımda savaş tamtamları çalmaya başlıyor. "3'ü 23 buçuk geçe" cevabı sinirlerimi tepeme çıkarmaya yetiyor. Ben özellikle son yıllarda giderek daha yavaş hareket ettiğim için herkesin 5 dakikada yaptığını en az 45 dakikada yapıyorum. Bu yüzden de her seferinde tekrar soruyorum! Alacağım cevabı bile bile yine soruyorum! Ama her sorduğumda sanki müfettiş gelip de tüm yapabildiklerimi görmezden gelip, "bu evdeki tek yeteneksiz de burada" demişçesine sinirleniyorum...Halbuki sorunun sebebi kendimi tanımam. 



Kendimce bir tahmin içinde isem erken kalkıp, hazırlanıyorum. Eşim kalkıncaya kadar da ya koltukta uyukluyorum yada   çay  demleyip,  kahvaltı hazırlıyorum. Sofrayı toplamak da bana kalırsa yine kapıdan en son çıkan ben oluyorum. Bu arada "hadisene! Biraz hızlan!..." ve daha bir sürü laf sigortamı defalarca attırıyor. Eskiden böyle olmadığımı söylüyorlar bana. Haklılar. Ne diyebilirim ki? Değiştim! Hepimiz değişiyoruz. Şimdi evden böyle çıkınca ne gittiğim yerden zevk alıyorum nede gitmiş olmak makbule geçiyor.






Seyahate gitmek bir yerler görmek gezmek bizim yaşımıza uygun aktiviteler arasında. Benim normal düzene uymak, geri kalmamak adına (kendi pimpirikli huyumu bildiğim için) az zamanda iş bitirmek adına yapılacakları bilmem lazım… Öyle olursa ben huzurlu, verimli ve mutlu oluyorum. Ani programlara uymak, plansız, anlık yaşamak bana göre değil. Hiçbir zaman da olmadı. Fındık kabuğundan büyük meseleler yaratan şirin ve güzel ailemde biz ormanın önündeki çalıya bakmaktan, muhteşem orman manzarasının güzelliğini çokça görmüyor, kaçırıyoruz.                          

Muck! Hadi iyi geceler...                                                                                                                                                                                                          

7 Haziran 2018 Perşembe

Oynatmaya az kaldı


Bazen kendi kendime soruyorum. Neden ben her ortamda üzülen, kırılan, arada kalan oluyorum. Bu benim kendi yetmezliğimden mi? Ortam mı, şartlar mı beni böyle düşündürüyor? Üzülmek hayatımın vazgeçilmezi sanki.



Yaşlı kuşakla genç kuşağın çatışma noktasına gelip, susarak ikiye katlanan gerilimin voltajı ile son günlerdeki gerilim filmim başladı. Esasında çok yakın olup da zıt fikirlerinden dolayı ortak noktada buluşmayı beceremeyen iki erkeğin gerilimli voltajı üstüne eklendi. Evdeki evli çiftlerin mevcut gerilimden nasiplerini alarak en yakındakine yüksek gerilim hattı çekmesi de göze çarpan bir durumdu. Evin günlük düzeni içinde yapılması gerekenler, yemek saati, temizlik, çamaşır konularında herkesin bağımsızlık arzusunun yarattığı bir negatif enerji de eksik kalmadı. Yapabileceğim şeyleri yapmak isterken, hatta yaparken yakalanıp, bırakmak zorunda kalışım benim negatif enerji katsayımı çıldırma enerjisine çevirdi. Kendi gelgitlerimin ve sağılığımın içimde yarattığı yetersizlik duygusunun getirdiği negatif enerjisi işin kaymağı oldu. 



Bütün bunların sonunda bütün yollar Roma'ya çıkar misali geldiğim nokta NEGATİF. Oynatmaya az kaldı doktorum nerede ....?


4 Haziran 2018 Pazartesi

Kuşlar, ağaçlar...


Sabah bana göre yazlık evimizin en güzel zaman dilimi oluyor. Kışın, balkonda çay içtiğim sabahın erken saatlerini özlüyorum. Yazlık hayata geçtiğimiz zaman bana ritülel gibi gelen kutsanmış saatlerin tadına varıyorum. Benim çok huzurlu bulduğum bu saatleri anlatmaya çalışacağım. Düşünün sabahın o  Karadeniz'e özgü puslu havasında sabahın sessizliğini paylaşan denizin dalga sesi fonda  duyuluyor. Bu fona eşlik eden kuşlar orkestrası…



Bu orkestrada kimler yok ki… Çocuğuna ötme öğreten anne bülbül eşimin tabiriyle makara çekerken onlara serçeler, kargalar, martılar, saksağanlar ve adını bilmediğim değişik kuşlar. Bir gürültü kıyamet sonra yavaş yavaş sesler kesiliyor. Bu arada ben de taze demlediğim çayımı yudumluyorum. 

Kuşlar bu ara baya ilgimi  çekiyor. Mesela kargaların tek eşli oluşu çok ilginç geldi. Aile ve akrabalık bağları da oldukça kuvvetli. Sanki birlikte yaşıyorlar. Geçen sene yuvadan düşmüş bir karga yavrusuna rastladım onu elime alıp yüksekçe bir yere bırakmak istedim. Annesi alır diye düşündüm. Tam elime  alacağım anda başımın üzerinde birden beliren kargaları gördüm. Korkuyla kuştan uzaklaştım. Birinin yavrusu yuvadan düşse bütün akrabalar düşen yavrunun üzerinde uçuşarak onu koruyorlar. Yavruya yaklaşan, elleyen olursa saldırıyorlar. Devamlı gürültü yaparak kedileri korkutup, uzak tutuyorlar.

Anne karga o kadar garip ve uzun süre ötüyor ki, ya yavru uçuyor ya da annesi bir şekilde alıyor. Kargaların zekasına da şaşırmamak mümkün değil. Ağaçtan cevizi alıp yüksekten yere bırakıp bakıyor. Kırdığı cevizi yere inerek yiyor. Bunu da sanırım herkes bilir. Benim yaşadığım olayı anlatayım. Hasta olmadan önce evimin yakınındaki parkta aşağı yukarı 1 saat yürüyordum. Bu yürüyüşler esnasında parktaki çöp kutularının dışına gelişigüzel atılmış, deşilmiş poşetler olduğunu görüyordum. Ne insanlar var diye kızarak, çöpleri dışına değil içine atmayı ne zaman öğrenecekler diyordum. Bir gün dikkatimi çektiği için durdum, seyretmeye başladım. Ağaçtan uçan bir karga gelerek çöp kutusunun üzerine kondu. Gagasıyla en üstte duran McDonalds poşetini alarak yere bıraktı. Gagasıyla karıştırdı. Poşetin dibinde kalan birkaç patates parçasını yedi. Meyvesuyu kutusunu da gagasıyla deldiğini, oradan da sebeplendiğini gördüm. Ayrıca martıların da kendilerine özgü tavırları var. Havalar soğuyunca, parktaki elektrik direklerinin üzerine üşüyen martılar konuyorlar. Rahmetli köpeğimiz 1.Tudor'un balığa giden eşimi kayığa kadar götürmesini hatırlıyorum. Dönüş saatinde ise, kolunda saat varmış gibi tam saatinde sahile giden Tudor eşimi karşılardı.

Bütün bunlar bana adı hoşuma gittiği için aldığım, ama henüz okumadığım kitabın adı aklıma geliyor. "Hayvanların ne kadar akıllı olduklarını anlayacak kadar zeki miyiz?"




24 Mayıs 2018 Perşembe

Ramazan kapıdan baktırır.....


Parkinsonlularda yemek deyince ilk akla gelen nedense titreme oluyor. Gözle görülen bir belirti olduğu için diye düşünüyorum. Ama beni çok korkutan şeylerden biri yutma bozukluğunun Bay P.'nin tanımlı tarife paketinde bulunması. İşin kötü yanı paketten çıkarılamıyor. Bari aktivasyonu geç yapsa diye dua ediyorum. Normal, sağlıklı bireyler bile su içerken veya heyacanla konuşurken kendi tükürüğünde boğulabiliyor. Bunu her öğün, hatta her yutkunmada yaşayabilecek olmak çok ürkütücü. Çok şükür ki daha orada değilim. Bir iki sefer kısaca yutmada zorlandığım oldu ama geldi ve geçti. Malumunuz araştırmaları da takip ediyorum. Sanki haberlerden öğrendiğim anda ben de iyileşecekmişim gibi. Umut kapısıdır! Aralık bırakmakta fayda var...Son okuduğum araştırmalardan birinde yutma zorluğunun gidip gelebildiğini ve işin dilin kuvvetinde bittiğini yazıyordu. Bu da demektir ki bana dil egzersizleri göründü. 

Yutmanın kolaylığı zorluğu sadece yeme eyleminde bitmiyor benim için. O lokmaya ulaşana kadarki aşamalar da Bay P.'nin listesinde çünkü. Pişirilmesi, hazırlanması, pazardan veya marketten alınması gibi durumlar da var. Bu konuda benim pek bir sıkıntım yok çünkü yardımcım var. Evde mi yoksa dışarıda mı yediğim de önemli. Önceleri dışarıda yerken elimin titremesi, rahat bıçak kullanamam  beni daha fazla rahatsız ediyordu. Herkes bana bakıyor gibi geliyordu. Yardım isterken de utanıyordum. Şimdi maşallah Bay P. ile samimiyeti koyulttuk hatta laubali bile olduk. Artık ne utanıyorum ne sıkılıyorum. İçecek bardağını tutmamda da bir sorun yok, tam dolu olmadığı sürece. Yemek seçimine dikkat edersem durumum çok kötü değil. Salata seçmiyorum, çünkü sıçrama ve düşürme riski var. Spagetti yemiyorum, yüzümün yarısına bulaşıyor. Çatal ve kaşığı da bir arada kullanmaya çalışmak da ayrı bir zorluk. Salata yerine haşlanmış sebze tercih ediyorum. En azından düşse de leke sorunu olmuyor. Sebzeleri, köfteleri, yumuşak etleri rahatça yiyebiliyorum. Çorbaları dökmeden içebiliyorum. Yavaşım ama onun da çözümü var yarım tas istersem sorun olmuyor. Evdeysem hatta kupadan içiyorum. Yemek üzerine ise meyveler soyulmuş servis yapılıyor. Evde isem yardım alıyorum. Tatlı olarak dondurma veya sütlü seçebiliyorum.

Malum Ramazan ayındayız. Bizim eve oruç uğramıyor. Genç iken tuttuk. Hasta olmasam belki yine tutardım. Fakat hasta olan kimsenin oruç tutmasını oruç tutmasını doğru bulmuyorum. Bu benim şahsi görüşüm. Sağlıklı ve genç olanlar bile etkileniyorken herhangi bir hastalığı olanın tutma arzusunu dahi anlamakta güçlük çekiyorum.  Kendi deneyimimden konuşacak olursam insanın ilaç saatlerinin değişmesi bile sersemletiyor. Hani adettendir ya Ramazan geldi mi oruç tutmayan olsa bile bir aile iftarı yapılır. Böyle bir iftar sofrasında bulunduğum zaman benim menüm şu olabilir. İftariye zeytin tercih edebilirim. Domates salatalık, peynir, pide, çay, kahvaltılık. Pastırma tercih etmem çünkü o da biraz zor yutuluyor. Çorba ve sütlü tatlı alarak menüyü tamamlarım. Ya da çorba, zeytinyağlı sebze ki enginar fasulye olabilir, köfte pilav, ayran veya cacık üzerine dondurma olabilir. Biz iftarı evde yapıyoruz ama ben torpilliyim. Yardımcım olduğu için detay işleri ona yaptırıp, zorluk yaşamıyorum.  Yardımcısız olanlara ya da bu konuda zorluk yaşayanlara yapılması kolay pratik bir iki tarif vermek istiyorum. 

Fasülye çorbası 
Malzemeler; 
1avuç yeşil fasulye, 1 tatlı kaşığı silme un, 1 küçük soğan, 1 küçük boy patates, 1 bardak süt, 1 küçük paket yemek kreması, karabiber, az tereyağı veya zeytinyağı.
Yapılışı; 
Un, yağ ile beraber tencerede kavrulur. İçine 3 su bardağı su konulur. Fasulyeler kabuğu soyulmuş dörde bölünmüş patates, soğan konur ve haşlanır. Sebzeler yumuşayınca içinden bir çorba kaşığı fasulye alınır başka bir yere konur. Tencerenin içindekiler blender ile iyice ezilir. Tenceredekiler çorba kıvamına gelince ayırdığımız fasulyeleri küçük doğrayarak içine atılır, bir paket yemek kreması konulur, tuz, karabiber. İki taşım kaynatılır çorba tamam.

NOT: Artık süt intoleransı ve alerjiler de çok olduğu için alerji notu olsun. Süt yerine soya sütü, soya kreması kullanılabilir. Glutensiz olması için de glutensiz un kullanılabilir.

Hünkar Beğendi

Malzemeler; 
1 kavanoz hazır satılan közlenmiş patlıcan, 300 gr iri kıyım kuşbaşı, 1 küçük baş soğan, tuz karabiber, kırmızı biber, kekik, bir miktar yağ, 1 küçük paket krema, çay bardağı kaşar rendesi, 1 çay bardağı süt.

Hazırlanışı; 
En pratik hali ile hünkar beğendi. Közlenmiş patlıcanları bir kabın içerisinde ezelim. Bu patlıcanları ocağa alalım ve bunların üzerine bir çay bardağı süt, bir çay bardağı kaşar rendesi ve bir küçük paket kremayı koyarak karıştıralım. O kendini çekip püre kıvamına gelince ocaktan alalım. Bu arada aldığımız yağsız kemiksiz kuzu etlerini tuz kekik karabiber ve kırmızı biber ile terbiye edelim . Üzerine soğan rendesi koyup dolapta dinlenmeye bırakalım. Bu dinlenmiş etleri ocakta yağ ve su koymadan kısık ateşte pişmeye bırakalım kısık ateşte. Pişen etleri servis yaparken patlıcan püresinin üzerine ya da yanına koyarak üzerine biberli tereyağı kızartıp dökelim ince kıyılmış maydanoz dökerek servis edelim.

Sucuk Bulamacı(Tatlı)

Malzemeler; 
2 su bardağı pekmez, 7 su bardağı su, 7 çorba kaşığı nişasta

Yapılışı; 
Derince bir kabın içerisinde tüm malzemeleri karıştırarak, peltelendirmeden, topaklandırmadan pişirilir. Bir tepsi alınır suya tutulur ters çevrilir silkelenir, içinde kalan su kurulanmaz. Bu pişirilen pelte bir parmak kalınlığında bu tepsiye dökülür soğumaya bırakılır. Soğuduktan sonra baklava dilimleri halinde kesilir üzerine iri dövülmüş bol ceviz konularak servis edilir. 

NOT: Alerjisi olanlar ceviz yerine hafif yağda kavrulmuş havuç rendesi koyabilir.

Kalemimden dökülenler


ANILAR 

Oturup düşündüğüm zaman
Anılar  gözümde canlanır tazelenir
Daha dün gibi dediğim şeyler
Bir anda tazelenir ve yaşlanır
Dün gibiydi gençlik yıllarım
Endişelerim vardı çocuklarıma dair
Endişelerim vardı geleceğe dair

Aylar yıllar geçti
Takvimden yapraklar düştü birer birer
Mevsimler değişti
Küçükler büyüdü 
Büyükler daha da büyüdü
Çehreler değişti
Zaman değişti
Hayata dair cevaplanmamış sorular
Anılarda kaldı



21 Mayıs 2018 Pazartesi

Kelebek


Bir şeye başlamak değil bitirmek beni canlandırıyor. Bitirmek derken noktayı koymaktan bahsetmiyorum. Beğenime uyabilmeli –oldu,tamam diyebilmeliyim. Bunun için uğraşabilirim. Ta ki doğru yolda olduğumu görene kadar. Kavram karmaşası yaşadığımı, konuları yaydığımı, bu yayıntı içinde ana konuyu kaybettiğimi de biliyorum. O zaman kendimce toparlamam gerekiyor. 

Boş kalmak beni dinlendirmiyor. Bir bilinmezlik, sapıtma bataklığına götürüyor. Artık başıma gelenlere yabancı değilim. Kendimi iyi hissetmediğim zamanlarda hedefi küçültmek, başladığım işin uzun zaman gerekmeden bitecek bir şey olması bana daha iyi geliyor. Daha önce konusu nasıl geçti hatırlamıyorum ama bir yerlerde bahsetmiştim sanki, bahçe işlerinden  hoşlanan birinin bahçeye bakabilecek kadar gücü ve zamanı  yoksa balkon saksıları veya salon bitkileri ile uğraşması da aynı mutluluğu veriyormuş. Benim için bu kitap okuma sevgisiyle gündeme geldi. Kitap okumayı çok seven ben bir süredir okumakta zorlanıyordum. Bunu terapistime söyleyince bana okurken dikkati tutup, odaklanmayı kolaylaştıran birşeyden bahsetti. Sonuç olarak şimdi okuduğum sayfanın üzerine  şeffaf sarı renkte bir folyo koyuyorum. Sayfa daha aydınlık ve rahat okunur duruma geldi. Sanırım tekrar daha keyifli okuyabileceğim…

Aslında benim hayatım şaşırtmalı bir yapboz galiba… Normalinde  yapbozun eksik parçasını bir başkası ile dolduramayız ama benimkinde eksik parçaları (yapamadıklarımı) yapılabilir olanla doldurmak mümkün. Benim yapbozumun esas püf noktası illa ki o olacak demekten  vazgeçebilmeyi becermekten, kelebek olabilmekten geçiyor.



KELEBEK

Yakınken  uzak oldu
Gönlü bana ırak oldu
Özlem hasret boşunaymış
Kavuşmak hayal oldu

Yarin gönlü bir kelebek
Dolaşıyor  çiçek  çiçek
Sıra kime gelecek
Ahde vefa kaldımı  ki?

14 Mayıs 2018 Pazartesi

Tebdil-i mekanda ferahlık vardır!

Artık hep dağıldım diye başladığımı farkettim. İşin tuhafı da sebebini biliyor olmam. Bıktım. Direncim kalmadı. Kendime gelince toparlanırım. Bu kendimce yaptığım bir tespit. Direncimin neden kırıldığını da biliyorum ama o kadarı da bana kalsın. Pijamalarla sokakta dolaşmaya alıştım ama donla dolaşmasam da olur.

Önceden programlanmış toplu arkadaş gezimizi hastamız olduğu için iptal etmiştık. Sonra hastamız hastaneden çıkınca sevindik tekrar bilet aldık. Bu  arada hastamız tekrar hastaneye yattı ve tekrar ameliyat oldu. Durumu daha iyiye gidince bizde biletlerimizi ikinci defa iptal etmedik. Bu durumda aklımız ve gönlümüz onda kaldı.

Gezide yeniden rahat ve zorlanmadan yürüyebildiğimi farkettim. Zor hatta çok zor yürüyordum. Bunun farklı sebepleri vardı. Hem Bay P., hem ayak sağlığı, hem kondüsyon olarak kötüydüm. Şimdi devam etmekte olduğum ilaçlarıma ek olarak gelen fizyoterapist, Ayak sağlığı merkezi(Pedolife), biofrekans terapileri ile sorunu çözebileceğimi düşünüyorum. Düşünebiliyor musunuz tırmanma gerektiren bir iki yer dışında herşeye katıldım! Bu benim için büyük başarı!

Öte yandan tur rehberlerimiz herşeyi kusursuzca anlattılarsa da ben ilgilenmedim. Zaten anlatılan  fazla aklımda kalmıyor. Unutuyorum. Eskilerde ne olmuş olduğu da beni ilgilendirmiyor artık. Halbuki gençken en meraklı olduğum konulardan birisi tıp diğeri  arkeoloji idi. 

Pek bir alakasız kaçacak anlattıklarıma ama keyiflendiğim birşey olduğu için onu da paylaşacağım. Programdaki çarşı dolaşma saatlerinde eşimle bir sokak kahvesinde oturup kahve içtik. Bize servis
yapan genç bayanı pek sevdim. Dikkat çeken, içten ve sıcacık gülümseyişi vardı. Böyle insanlara her zaman rastlanmıyor. Neyse yedik, içtik, gezdik, oturduk seyahatimizi tamamladık. Seyahatimiz Adana'daydı bu arada! Daha önce belirtseydim hoş olurdu :) Adana benim anılarımda çok farklıydı. Okulumuzun bahçesinden seyrettiğim Seyhan nehri bile sanki o günleri yaşamamış gibiydi. Her şey değişmişti. Kendimi bir anda yaşadığım yılların ağırlığı altında ezliyormuş gibi hissetsem de olumlu şeyler ile karşılaştığımı gördüm ve geçmişin tortularını sildim. 

Bir dahaki geziye eksiksiz katılma dilekleri ile ayrıldık. Bu gezide yürüyebilmenin mutluluğu yanısıra arkadaşlarla muhabbetimizi de koyulttuk. Önceki yıllara göre daha iyi göründüğümü söylemeleri iltifatların en güzeli ve beni kanatlarından kelimelerdi.


Seyahatkeyifliydi, iyiydi, güzeldi ama şunu da söylemeden edemeyeceğim, sanırım bundan sonra uzun tatiller bana sıkıcı gelecek. 

9 Nisan 2018 Pazartesi

Tavuskuşunun ayakları...

Miladim dediğim teşhisten öncesi PÖ, sonrasını PS diye adlandıracağım. 6 sene sonra geldiğim nokta çok karışık. Neşe var, hüzün var, boşvermişlik var, sıkılmışlık var. Ben her bahar aşık olurum bile diyebilirdim ama ona geç kaldım. Torunum, çocuğum, çoluğum okusa aaaa der. Çoluk çocuğun eğlencesi oldum. Neyse o da lazım!

PS döneminde huyum çok değişti. O kadar çok yazdım ki huylarımı orijinalitesi kalmadı. Yine de bazı şeyleri söylemeden edemeyeceğim. Bana çok batıyor çünkü! Düşünmeden konuşuyorum. Toparlayayım derken daha çok çam deviriyorum. Hava durumu gibi karakter değiştiriyorum.  Bazen kendimi 15 yaşında gibi hissediyorum. Hissetmek güzel de iş icraata gelince hareket, yürümek, hız, nefes kontrolü sıkıntı oluyor. Tavuskuşu güzelliğini sergilemek için kendini şişirince aşağı bakıp, ayaklarını görünce kanatlarını indirirmiş. Ayakları da çok çirkinmiş! Bir denk gelirseniz bakın. 



Gençlerin deyimiyle kendimi photoshoplanmış hissediyorum. Sanki fotoğrafa sonradan eklemişler beni gibi. Esasında gel-geç ruh halleri yaşıyorum. Yakın geçmişteki şeyleri hatta hesap ödemeyi, para üstü almayı falan artık unuttuğum zamanlar oldu, oluyor son 1 aydır. Pek keyifli değilim bu aralar gibi mazeretim var diyesim geliyor ama belki de üzerine düşmek lazım. Gençken mi desem, PÖ mi desem fazla şen şakrak olmasam da hareketli, kendince neşeli biriydim. Daha fazla güldüğümü hatırlıyorum. Hep gerginim. Olaylardan etkileniyorum. Bazen kaş yaparken göz çıkarıyorum. Manevi kızımın kaybının acısını daha kabul edememişken, ailemizden birinin daha hasta olması hepimizi hem üzdü hem korkuttu. Hastaneye gidip, gelirken hastaların ve hastalıkların arttığını görüyorum. Artık top yakınlarımıza düşüyor. 

27 Mart 2018 Salı

Parkinson ve espiri


Benim miladım galiba Parkinson. Değişen bir sürü şey gibi espri anlayışım da değişti.

Samimi olarak bir itirafta bulunmak istiyorum. Sanki doğuştan Parkinsonluymuşum gibi öncesini   pek hatırlamıyorum. Yaptığım espiriler nasıldı bilemem de yapılanı hem hemencecik anlar hem de bol bol gülerdim sanırım. Şimdi yaptığım espiriler daha ziyade kara mizah oluyor. Bir espriye güldüğüm zaman ise de nedense "gülerim ağlanacak halime" tarzı bir alınganlık, suçluluk moduna  geçip, ağlayabiliyorum bile. Yapılan espirileri de biraz geç anlıyorum. Hatta bazen anlamayıp, açıklama bekliyorum yada bunda gülecek ne var diye düşünüyorum. Ben de hala espiri yapıyorum da yaptığıma da bir ben gülüyorum. Ben galiba artık bu işi beceremiyorum.

Sıkıldım da artık. Belki bir dönem yazmayı da bırakırım. Bırakırsam da dikkatim, ifade yetim, kendimi dengeleme unsurum hepten beni terk edecek diye kaygılanıyorum. Geri dönüşü olsa kesin bırakırdım ama en azından an itibariyle olmadığını biliyorum. O yüzden de düştükten sonra kalkıp, yerden tacımı alıp, çalışmaya devam ediyorum. Fakat ben keyif almadan yazınca, okuyanın da keyif almayacağını düşünüyorum. Eski yazılarıma bakınca ne kadar espirili kadınmışım diye düşünüyorum. O halimden eser yok şimdi. Eski halimden eser yok şimdi diye bir şarkı bile var... Nereden nereye? 

Demişken istatistiklerimi arada kontrol ediyorum hiç kimse okumuyorsa boşuna yazmayayım, enerjimi saklayayım diye velhasıl bugün itibariyle tamı tamına 10.000 okuyanım olmuş. Bu motivasyon değil de ne şimdi?

10.000 kişiye ulaşınca okuyan sayım bir çılgınlık yaparız demiştik terapistimle. Ne çılgınlık yapsak bilemedik... Genciz, güzeliz, elbet bir şeyler buluruz!



Teşekkür ederim! İyi ki yazdıklarımı paylaşmama fırsat veriyorsunuz!



23 Mart 2018 Cuma

Şu an pijamalarımla sokaktayım!

"Kim üzebilir seni senden başka.                                                                                                           
Kim doldurabilir ki içindeki boşluğu sen istemezsen
Kim Mutlu edebilir seni sen hazır değilsen
Kim yıkar yıpratır.   Seni sen izin vermezsen
Kim sever seni sen  kendini sevmezsen
Herşey sende başlar sende biter...
" F. Nietzsche



Blogu yazmanın tuhaf hissettirdiğini itiraf edebilirim. Sanki pijamalarımla sokakta dolaşıyormuşum gibi hissediyorum. Teknoloji ve paylaşım çağında olduğumuzu hatırlatmaya çalışıyorum kendime ama bu hislerimi değiştirmiyor. Bu konuda hafif eski kafalıyım diyebiliriz. Ama yine de yük paylaştıkça azalır, bilgi paylaştıkça çoğalır diye devam ediyorum. 

Bay P. çok tehlifsiz olduğu için 7/24 beraberiz. Çoğunlukla zamanım evde geçtiği için, ev de özelim olduğu için Bay P.'nin üzerimdeki etkisi ağırlıkla özelime giriyor. Haliyle yazdıklarım da Bay P.'nin yarattığı hasarlar olunca paylaşımlarım da bir o kadar özelim oluyor. Çok da takılmıyorum ama eskilerin sözü vardır kol kırılır yen içinde kalır diye. Ben öyle büyümüşüm. Dışarı yansıtmak ister istemez efor sarf ettiriyor!



26 Şubat 2018 Pazartesi

Bilgi güç demektir

Bilinmezlik beni her zaman huzursuz etmiştir, korkutmuştur. Vücudumda birşeylerin yolunda gitmediğini düşünüp, en yakın hastaneye gittiğimde doktor bana yüksek ihtimalle Parkinson olduğumu düşündüğünü söyledi. Bunu duyduğumda kendimi ölmek üzereymişim gibi hissederek vasiyet yazmaya karar vermiştim. 



Ardından kızım beni bugün hala takip eden doktoruma götürdü. Verilen tahlil ve tetkikleri yaptırdığım süre içinde hemen internetten bilgi edinmeye çalıştım. Öldürmediğini ama süründürdüğünü öğrendim. Daha çok korktum. Doktorumla konuşmaya gittiğim zaman Parkinson tanısının kesinleştiğini gördüm. Ağlamaya başladım. Doktorum bana herşeyi anlayacağım şekilde bazı kısımları tekrar tekrar anlattı. Bu sayede hastalığa bakışım değişti. Bilgilenmiştim. Fakat internet dediğim zaman doktorum bana “lütfen merak ettiğin herşeyi bana sor. Ne zaman istersen. Ama lütfen internetten bir şey öğrenmeye kalkma. Yanılırsın ve böyle paniklersin” dedi. Bir daha interneti bu amaçla kullanmadım. Herkesin hastalık sebebi, türü farklı olduğu için ilaç prospektüsü gibi herşeyi, her ihtimali bulunduruyormuş. 

Parkinson bilgilenmeyi gerektiren bir hastalık olmakla beraber sadece doktor, terapist değil aynı zamanda yaşayarak da bilgi ediniliyor. İlk zamanlar üzerimdeki etkisini bilemiyordum. Doktorum sayesinde ve terapistimin yaptırdığı çalışmalar, ödevler, kontrollerle  6. Seneye giriyorum. Yaşadıkça öğreniyorum ve her gün Bay P.'yi iyice tanıyorum. Terapistimin bana söylediği ve bir türlü inanamadığım bir şey de "artık hastalığınız konusunda siz de uzman oldunuz" cümlesi. Eminim bir doğruluk payı vardır. Nitekim hepimiz kendi vücudumuzu en iyi tanırız. 




23 Şubat 2018 Cuma

İlaç yan etkileri

Hastalığın ilk zamanları hep böyle mi oluyor bilmiyorum fakat ne kadar değişmiştim. Gözlerim görüyor, gördüğümü anlamam zaman alıyordu. İlaçlarımı içmeye başladım. Bu seferde tepkisiz uyurgezer gibi oldum. Otobüse binince yanıma oturanı hangi durakta ineceğini sorup inerken beni uyandırmasını söyleyip, uyuyordum. Yanımdaki inince de ayağa kalkıp, durağıma kadar ayakta duruyordum. Vapurda keza o ana kadar farketmediğim bir sürü şeyin yaradılış mucizesi olduğunu farkedip, Allah’a şükrediyordum. Sağlıklıyken yataktan çıkmanın, evden çıkmaya hazırlanmanın, yürümenin beyinde ne kadar karmaşık işlemlerle mümkün olduğu aklımdan bile geçmemişti. Bir anda yürürken nefes almak, yürüyüş ritmini ayarlamak, konuşmak, el sallamak, dik durmak ne kadar meşakkatliymiş onu fark ettim. Meğer beyin ne muhteşem bir organmış. Ne kadar çok şeyi ne kadar becerikli idare edermiş.

İlk zamanlar ilaçların prospektüslerini okuyup, yan etkilere baktıkça gözüm korkmuştu. İlk başladığımda yan etkiler oldu da. Balık gibi bakan gözlerle, eğik, öne doğru yürüdüğümü görünce kendimi dikleştiriyordum. Ayrıca mide bulantılarım, düşmelerim, ağlama krizlerim, kaplumbağa hızıyla yeni yürüyen çocuklar gibi sarsak yürüyüşüm vardı. Geçen zaman içinde ilaçlarıma alıştım. İlaçlarım da bana alıştı. Doktorum kuyumcu terazisi hassasiyetiyle gerektiği kadar alıştıra alıştıra arttırdığı ilaç dozlarımla beni şimdiye kadar ve şimdiki durumuma getirdi. 

Böylece 6. seneye girdim.  İşin aslı hala devam eden nefes nefese kalmamı, ödemimi ve zaman zaman gelip, giden bulantılarımı ilaç yan etkisine bağlıyorum. Fakat ana hatlarıyla ilaç konusunda şimdilik çok ilaç içmekten başka şikayetim yok.