17 Aralık 2019 Salı

Bir tansiyon hikayesi


Hastaneye yolum düştü uğradım. Yaptırmam gereken bir takım tahlil ve kontrollerim vardı. Onları yaptırdım. Hafiften bir bulantı hissi oluşmaya sol kulağımdan von von sesi gelmeye başladı. Başım ağırlaştı. Kendimi evime zor attım. Hemen yattım. Bulantım çok arttı. Öğürdüm. Birşey çıkaramadım. Tansiyonumu ölçtük. Büyük 21 küçük 19. Tansiyon ilacımı sabah içtigim için anca dil altı hapı alabildim. Biraz yattım. Tekrar ölçtük 17 -10. Biraz daha dinlendikten sonra 15-10 oldu.  İçime kuşku düştü. Benim tansiyonum bu kadar yükselmezdi. Acaba evdeki tansiyon aleti yanlış mı gösteriyor diye düşündüm. Tansiyonumu yükseltecek bir olay yaşamadım. Birşey yemedim. Midemdeki o günkü değişik olay ultrason için içtiğim bol sudan ibaret.

Eczaneye gittim biraz oturtup, tekrar ölçtüler 17-10. Küsuratları saymıyorum. Eczanedekilerin önerisiyle parka gittim. Bir saat kadar oturdum. Tekrar ölçtürdüm. 13-8 oh! Nihayet düştü diye sevindim. Akşam ölçtük yine 17-10 bir dil altı tansiyon ilacı daha aldım. Parkinson doktorumla görüştüm. Bana tansiyon ilacımı yazan doktorla görüşmemi tavsiye etti. En kısa zamanda görüşeceğim. Yine çok geç yattım çünkü uykum gelmedi. Uykum gelmeden yatakta dönüp durmak gelmeyen uykumu daha çok kaçırıyor.

Bu içinde bulunduğum verimsiz kısır döngü içinde kimyadan da fizikten de  kötü durumdayım. Dibe vurdum. Bunu ben daha yükseğe zıplamak üzere hazırlanma dönemi olarak görüyorum. Bazen kötü huylar da işe yarar hale gelebiliyor. Yeni farkına varıp, kabul ettiğim inatçılığım beni mücadele etmeye zorlayan itici güç olarak çok işime yarıyor. 

Velhasıl ben bu tansiyon neden çıktı neden düştü anlamadım...



26 Kasım 2019 Salı

Açık büfe


Uykusuz gecelerimden birini daha yaşadım. Yat kalk, yat kalk. Kalkınca gece yarısı evin soğuğu hoşuma gitmedi, tekrar yattım. Yatarak oyalanayım diyorum. Uyuyamayınca da yatak batıyor. Koyun kuzu saymaca heralde bir masaldan ibaret. İnek de saysam bana hiç etkisi yok. Uykusuz kalınca düşüncelere daldım. Düşüncelerim birinci torunuma kaydı. 

Benim büyük torunum ile muhabbetim oldyukça farklıydı. O zamanlar sağlıklıydım ve 43 yaşından annane olmuştum. Bende olduğu zamanlar parka ya da Avm'ye giderdik. Bilhassa kapalı havalarda Avm'yi tercih ederdik. Oradaki çocuk oyuncakları bölümündeki tramvay ve vatmanı Alvin torunumun çok ilgisini çekerdi. Alvinden sonra atlı karıncayı tercih ederdi. Alışveriş merkezini geçtiğmiz zaman ona evde söylediklerimi hatırlatırdım. Bir tek şey isteme hakkın var ona da paramız yeterse. Yetmezse şimdi değil ama en yakın zamanda onu sana alırım. "Söz verince" dediğimde ikimiz de aynı anda 'tutulur' diye tamamlardık.

(Reklam gibi oldu ama internette karikatür bakarken en güzeli buydu.)

Avm'de önce onun isteklerine bakardık. Kitap sever, oyuncak seçerdi, karışmazdım. Ona da kasada hesap ödeyene kadar seçtiklerinin içinden bir tanesini bırakmasını isterdim. Ben alışverişimi tamamladıktan sonra kasaya gelince o seçimini yapmış olurdu. Sonra bu fikrimi kendimce geliştirdim. Dışarıda dolaşırken çocukların gözü mutlaka birşeylere kayar. Ben de dışarıda oldu bittiye gelip, bir şey almak istemem. Evde onun boyunun yetişebileceği yükseklikteki büfenin üzerine beyaz bir masa örtüsü serdim. Tabaklar içinde onun sevdiği ama iyi markalardan kek, kurabiye, çikolata, sakız, üzüm, kayısı, fındık, fıstık, elma, muz, lolipopları süslü bir şekilde koyardım. Ona da gel sana açık büfe hazırladım derdim. Ona her şey serbest derdim. Eline bir tepsi boş bir tabak verirdim. İstediğinden al istediğin kadar al sokakta bir şey istemek yok. Bir şey istersen bana anaannecim açık büfe yapar mısın demen yeterli demiştim. Sonra ben ona masal anlatırdım o da seçtiklerini yerdi. Akşam annesi ile evine giden torunum anesine yarın bana açık büfe hazırla demiş. Annesi de peki dedikten sonra gece 11 de bana telefon açıp 'Anne yine neler uydurdun nedir bu açık büfe?' diye sordu. Şimdi torunum 21 yaşında..Zaman nasıl da akıp, gidiyor. 

20 Kasım 2019 Çarşamba

Gezen çanta

Bir süredir yine yazmıyorum..Yazamıyorum. İçimden hiçbirşey gelmiyor ama bu sefer mevsim geçişi veya alıştığımız gelişigüzel dönemlerden biri değil. 

Kısa bir süre evvel ailemizin büyüğü, kıymetli ablam, görümcemi kaybettik. Amansız bir hastalık onu bizden aldı. Onun hayata bağlılığı ve verdiği mücadele örnek alınacak değerdeydi. O elinden geleni fazlasıyla yaptı fakat ömür defterinin sayfaları dolduysa ne yapsan boş oluyor.

Diğer törenler ve defin işlemi için memlekete gittik. Uçakla yaptığımız yolculuğun sonunda 2 saatlik araba yolculuğu yaptık. Vardığımızda başlamış olan törenlere katıldım. Üzüntü, yorgunluk, kalabalık ve sıcak beni çok etkiledi. Evin her tarafı  misafirlerle doluydu. Beni evin  başköşesine oturttular. Dua başladı. Benim oturduğum yerde gözüm kararmaya başladı. O anda karşımda oturan kızımla gözgöze geldik. Anladı. Hemen beni kaptılar ve boş bir odaya götürdüler. Kolonyalar döktüler ve sonra boş odada biraz dinlendim.
Dualardan sonra camiye gitmek için inilmeye başlandı. Bir sürü aile yakını beni yürürken destekledi. Bu arada kol çantam da elden ele dolaştı.

Biraz daha taziye kabul ettikten sonra sevdiğim, saydığım ablama götürüldüm. O sırada da hala aklımdan geçen tek şey vardı. Sürünerek de olsa o gün camiye ve mezarlığa gidebilmeliydim. Gidemedikten sonra o kadar yolu gitmiş olmanın bir anlamı yoktu.

Akşam  misafirlerle birlikte toplu yemek yendi. Benim çanta yine bir yerlerdeydi. Okunan dualardan sonra biz arabamıza giderken çantam beni buldu. Otele gelince hemen uyumuşum. Ertesi sabah kahvaltıda akrabalarımızın yanına geçtim. Ordan burdan konuşurken, misafir kızımız annesine "O herkesin aldığı çantadan Yaşar Teyze de almış. Nereden aldıysa biz de alalım." diyince gülmeye başladım. Lafa karışarak çantanın benim olduğunu ve taşıyacak halim kalmayınca sağ olsunlar misafirlerin yardım ettiğini açıkladım. Bir sürü kişide dolaştı ama hepsi aynı çanta dedim.

O gün uzaktan gelen misafirler vedalaşarak ayrıldılar. Sıra bize gelince herkesle vedalaşıp kapıya çıktığımda ayakkabımın yerinde olmadığını gördüm. İçeriye seslerek ayakkabılarımı sordum. Hepimiz aradık ama benim ayakkabı yoktu. İçimden kendi kendime çantadan sonra ayakkabı da gezmeye başladı dedim. Gelin kızlarımızdan birinde yedek ayakkabı vardı. Onu giymek zorunda kaldım. Mecburiyetten giydiğim değişik ayakkbılarımla aşağıya indim. O sırada yanımıza gelen küçük gelin yan komşu yanlışlıkla almış olabilir mi acaba diye sesli düşündü. Ardından yukarı çıkması ve elinde benim ayakkabılar ile dönmesi bir oldu. 

Bütün bu üzüntü ve acı içerisinde anlık da olsa aklımı aldı bu anlar...Şimdi geriye dönüp, düşününce yine güldüm. Hayat böyle bir şey işte...İnsan üzüntüden yürüyemez, bitap haldeyken bile yüzüne bir gülümseme getiren olaylar yaşayabiliyor. 

27 Eylül 2019 Cuma

Cumaları serbest kıyafet


Şu noktada kendimi arafta hissediyorum. Hiç bir şeye karar verememek bana bu durumu çağrıştırıyor. Bu durumda kaldığım çeşitli zamanlar olmuştur. 

Kendimi bitmiş hissetmeme rağmen herkes iyi göründüğümü söylüyor. Sanki bende birkaç tane ben varmış gibi. Bu durum aslında benim de tuhafıma gidiyor. Bitmiş tükenmiş isteksiz hiçbir şeyden memnun olmazken (torunlarım hariç), aynaya bakınca, günlük bakımını yapmış, ruj sürmüş, küpe takmış, giyinmiş birini görüyorum. Bu da beni şaşırtıyor. Dışarıya rol yapıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Halbuki hiçbir zaman rol yapmayı beceremedim. Hatta bu yüzden okuldayken tiyatro faaliyetlerinin hiç birine katılmadım. Şimdiki görünüşüm Bay P.'nin sinsi tarafı olsa gerek. 



Arada Bay P.'ye de biraz taviz vermişim sanırım. Oturup kalkınca ilk adımı atmakta zorlanıyorum. Sanki ayaklarımın altına yapıştırıcı sürülmüş gibi hissediyorum. Başım adım atmışım gibi ayaklarımdan önde gidiyor. Elimin titremesi arttı. Duygularımın ayarı değişti. En basit şeye ağlayan ben, şimdi ağlayamıyorum. Bunu da şöyle açabilirim. Ablam neredeyse bir aydır hastanede. Korkunç bir bekleyiş içine girdik, Ameliyat üstüne ameliyat geçirdi: Bir gün ümitleniyoruz, çünkü iyi görünüyor, bir gün ise kötüye gidiyor. Hepimiz çok üzülüyoruz. Bana göre ağlamak insanın içini boşaltmasıdır. Ama ağlayamıyorum. Donuyorum. Aynı önceki yazılarımdan birinde anlattığım eşimin kazasındaki gibi. 

Beni etkileyen bir sürü olay bir araya geldi bu aralar. Yakın arkadaşım eşini kaybetti. Ona da çok üzüldüm ve üzüntüler beni oldukça etkiledi diye düşünüyorum. Mevsim geçişi midir üzüntü ve stres midir bazı şeyler rahatsız edici boyutlara geldi. Yürürken kalbimin üstüne ağırlık basmış gibi bir sıkıntım var. Sanki kalbim sıkışıyor. Yürürken nefesim daralıyor ve hava açlığı çekiyorum. Organlar sağlam tetkik edildi ama nedeni belli olmayan sıkıntılar geçmiyor. 

Fırsatçı Bay P. benim halimi görünce saklandığı yerden bakıp, bana gülüyor belli ki.

Buradan sesleniyorum!
Sayın Bay P. benim pabucum biraz pahalı. Sen güldükçe, ben daha çok mücadele ederim!




18 Eylül 2019 Çarşamba

Hayat program yapmaya gelmiyor!


Yaptığım programı gerçekleştirebilmek için elimden geleni fazlasıyla yaparım. Denerim, yoklarım, zorlarım olmuyorsa olmuyor diye vazgeçerim. Hele üç defa denemede olmuyorsa  tamamen vazgeçerim. Programladığım bir şeyin engellenmesi, uğraştığım halde olmaması beni kızdırır. Eşim gidip, geldiğim yerlere karışmazdı. Ben izin almam sadece gittiğim yeri bir not kağıdına yazar bırakırdım. Tanımı aldığımdan beri herşey değişti. Yazlıktan İstanbul'a giderken bir sürü işimi halletmek üzere gidiyorum. Randevu alıyorum, uğraşıyorum. Düşünün otobüs biletini bile ayırtıyorum. Tam  kapıdan çıkacağım sırada eşim, bugün gitme demesin mi?! Bazen söz dinlemeye koşullanmış olduğum için refleks olarak kalıyorum. Fakat sinirlerim yerinde kalmıyor. Bazen de özgürlüğümün kısıtlandığını hissettiğim için ben bu programı boşa yapmadım diyip, gidiyorum. O zaman da evin huzuru kaçıyor. Velhasıl Bay P. hayatımıza girdiğinden beri taş taş üstünde kalmadı, birbirimize çooook anlayış göstermemiz gerekiyor, çooook!

Yakın geçmişte kızım ve köpeği  ziyaretimize geldiler. Akşam yemeğinde beraber olduk. Eşim ve kızım sabah erken kalkıp, balığa çıktılar. Bir süre sonra  geri döndüler. İnanması güç geldi ama kızımı deniz tutmuş. O gün denize girdik. Ben de yüzdüm. Bu yaz iki defa yüzemediğim  zaman oldu.
Akşam kızım da benim balkon keyfime katıldı. Sabah erken  uyanamadığım için kızımla eşimin yaptığı yürüyüşe katılamadım. Her işte bir hayır vardır. Köpeği de yanlarına almışlar. Dönüşte sokak köpekleri tasmasız olan köpeğimize saldırmışlar. Kızım köpeğini kaçırırken eşim köpeklerin üzerine yürümüş dengesini kaybedip, düşmüş, yerde sürüklenmiş. Eşimin iki elinde de oldukça derin ve anca bir aya düzelecek gibi görünen yaralar var. Onları öyle  görünce tepki olarak adeta dondum. Eskiden  olsa söylenir, ağlardım. Fakat aynaya bakınca yüzümde umursamamış bir ifade var. Bu Bay P. ifadesi. Terapistimin bana söylediği ilk şeylerden biri yüz ifadeniz giderek donuklaşacak olmuştu. Kastı bu olsa gerek. İçim yine köpürüyor, yine aklımdan ben gitseydim herhalde kendimi önüne atar ve çok daha zor durumda kalırdım çünkü eşimin reflekslerine sahip değilim diye de geçti. Yüzüm bunların hiçbirini yansıtmadı. Yine düşünüyorum bu sene Ağustos ortası çıkması beklenen palamut hiç çıkmadı. Belki palamuttan sonra çıkması  beklenen, lüfer gelecek. Eşimin o ellerle ne zaman balığa çıkabileceği belli değil. 11 ay beklediği ve en keyif aldığı dönem. Fakat ne olursa olsun hayat kendi programını yapıyor.
                                                                                         
     

19 Ağustos 2019 Pazartesi

Deri bileklik


Hava çok sıcak. Sıcaktan mayışmış bir haldeyim. Bunun getirisi olarak bir umursamazlık, bir rahatlık çöktü. Tam bir boşvermişlik hali. Kendime şaşırmaya başladım. Bir karakter değişikliği de oluşmaya başladı. Zor karar verdiğim, kılı kırk yararcasına düşündüğüm şeyler önemini kaybederek, sıradanlaştı. Ben de ani karar vermeye başladım. Dün yazlığımızın bulunduğu yerin mütevazi çarşısında dolanırken, arkadaşıma uğradım. Sattığı takılara bakarken, kendimi gençlerin taktığı deri bilekliklerden almış, hatta koluma da takmış buldum. Eskiden büyük yaşlar olarak  değerlendirdiğim 60-70'li yaşlar, ben bu yaş aralığına gelince o kadar da büyük olmamaya başladı. Bilekliği ben kendime yakıştırdım ama bir başkası ne gözle bakar değerlendirir bilemiyorum. 

Madalyonun bir tarafında da şu soru var: Benim umurumda mı? Hayır! 

Başkasının  düşüncesi benim umurumda değil. Bir şeyi alıp takmayı istediysem ve yakıştırdıysam takmalıyım. Belki bu bir mutluluk vesilesi değil ama kesinlikle bir tercih vesilesi… Hiçbirimizin bende de olduğu gibi içinde bulunduğu yaşı önceden yada sonradan ikinciye yaşama şansı yok. O zaman benim de istediğimi yapma, kendime uygun bulduğumu takma şansım olmalı. Bu benim mücadeleci ruhumun dışa vuran tezahürü olsa gerek. Kısaca toparlamak gerekirse, ben 68 yaşındayım ama KENDİMDEN VAZGEÇMEDİM!

NOT: Bu yazım biraz dağınık olsa da kendime moral ve güç kazandırmak için gereklıydi. Ben kendimden vazgeçmediğim sürece kim korkar hain kurttan?

SENİNLE 7 SENEYİ ARKAMDA BIRAKTIM  BAY P.! PES ETMİYORUM!



11 Temmuz 2019 Perşembe

Sevgi

Yaşayan her canlının sevgiye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Sevgi beni ruhen besler. Sevgi  ihtiyacım yaşımla beraber çok değişti. Eminim ki sizde de benzer şekilde değişiklikler olmuştur. 

Çocukluğuma döndüğüm zaman  hastalandığımda anneme nazlanışlarım ve annemin yaptığı domatesli şehriye çorbası geliyor. O kadar iyi gelirdi ve o kadar lezzetliydi  ki… Sanırım o çorbanın iyileştirici gücünü veren  annemin sevgisiydi. 94 yaşında ölen annemi özlüyorum ve keşke yaşasaydı da bende sarılıp, o mis anne kokusunu doya doya içime çekseydim diye düşünüyorum. Annem benden önce olan kız evlatları yaşamadığı için çok acı çekmiş. Benim de yaşamayacağımı düşünmüş  olabileceğini düşünüyorum çünkü dışa vuran sevgisini çocukken pek hissetmedim. Şimdi anlıyorum ki bazı yaptıkları aslında sevgi ifadesinden başka birşey değilmiş. O zaman görememişim. Mesela abimlerin gitmeme izin vermediği bir pop konserine gidebilmem için beni bizzat götürmüştü. 

Aile evimden çıktıktan sonra sevginin bambaşka türleriyle tanıştım. Mesele tanıştığım sevgi türleri değil ama. Yaşım büyüdükçe haliyle ihtiyaçlarım da değişti. Korunup, kollanandan koruyup, kollayana dönüştüm kendi ailem içinde. En azından ben öyle olduğumu düşündüm hep. Sadece aile kurmak ve aileyle yaşanan sevgi ilişkileri bazı noktalarda yetersiz geliyor. Nitekim aileyiz ve ne olursa olsun kendi alanımıza ihtiyacımız var. Özel hayat olarak arkadaşlarım da, sosyal yaşantım da benim için hep önemli oldu. Yaşadığımız şehirlerde farklı çevreler, farklı arkadaşlıklar ve farklı hobilerim oldu. Detaya girmek istemiyorum çünkü aklımdaki konu sevgiye olan ihtiyacımın nasıl şekil değiştirdiği ve şu anda neye ihtiyacım olduğunu yeni fark edişim.  

Arkadaşlarımın ilgisine ve onlarla kaliteli vakit geçirmeye şimdi daha çok ihtiyaç duyuyorum. Özellikle Bay P.'nin bundan sonra hayatımda olacağı tanısı konduktan sonra ailemin hakkımdaki endişeleri giderek arttı. Bir yandan endişelerinin sevgilerinden kaynaklandığını bilsem de bu endişe beni bazen yoruyor ve sıkıyor. Arkadaşlarımla geçirdiğim birkaç saat bana alabileceğim bütün ilaçlardan daha iyi geliyor. Kendimi yeniden özgür ve güçlü hissediyorum. Bunu da yanlış anlamayın. Özgür değilim veya güçsüzüm demedim. İnsanlık hali her zaman aynı şeyi hissetmiyorum sadece. 

Sevgi ihtiyacımı her zaman yakın tanıdıklarımdan karşılamadığımı da söylemeliyim. Mahallemizdeki gazete büfesindekilerin bana –buyur hanım abla diye hitap etmeleri, alışveriş yaptığım eczanenin ilaçlarımı eve göndermesi kendi çapımda sevildiğimi hissettiriyor. Apartmanın kapısında karşılaştığım komşularımın benden önce davranıp, kapıyı açmaları, hal hatır sormaları, çok iyi göründüğümü söyleyip moral vermeleri, elimde poşet çanta varsa yardım teklif etmeleri kalbimi okşuyor. Çok romantik oldu ama etrafımda ailem dışındaki insanların da beni sevdiklerine dair belirtileri görünce duygulanıyorum. İster yaştan oduğunu düşünün, ister duygusal karakterime verin.

Kısacası sevgiye olan ihtiyacımı bazen telefondaki "nasılsın anane?", bazen bir evlat sesi, bazen minik torunumla dondurma yemek, bazen arkadaşlarımla bir kahve, bazen mahalle bakkalının samimiyeti, bir terapi seansı, yardımcımın desteği karşılıyor....Birinden biri değil, hepsine ihtiyaç duyuyorum!





2 Temmuz 2019 Salı

Az daha boğuluyordum...


Yazlıkta her gün belirli saatte denize gidiyoruz . O günde denize girmek üzere restaurant cafe beach gittik. Sıcak ve güneş bana dokunduğu için şezlongda yatıp güneşlenmeyi tercih etmiyorum. Masada oturup, yüzüp, gelip, kitap okumayı tercih ediyorum.

O gün deniz dalgalıydı. Çok dalga olmasa da beni rahatsız etmeye yeterliydi. Eşim birlikte yüzeriz dedi. Birlikte yüzmeye başladık. Bir ara ben yoruldum, dönüyorum dedim. Hızlı yüzdüğü için benden hızla uzaklaştı. Ben sahile doğru yüzmeye başladım. Bu sırada bacağıma kramp girdi. Dalga da olunca bir hayli su yuttum. Sırtüstü yüzerken yüzüstü dönemedim. Panikledim. Su yutmaya devam ettim. Kendi kendime sakin ol dedim. Sakin ol. Panikleme dedim. O kadar yoruldum ki parmağımı oynatıcak halim kalmadı. O arada eşim geri dönüş yolundaydı. Bir hayli yakınımdan geçti. Seslendim duymadı. İşaret ettim anlamadı. Beni o halde bırakıp, gitti. Bir bayandan elimi tutmasını rica ettim. Yüzüstü döndüm. Eşimin sahilde suya kapılan terliklerinin peşinde olduğunu gördüm. Laf aramızda bir hayli de sinirlendim. Bana bakmadı bile! Terliğini sağa sola sorup duruyordu. Yaklaştığım sahilden kontrolüm dışında nasıl olduysa sırtüstü dönüp, tekrar uzaklaşmaya başladım. Bu  arada eşimin sesini duydum. "Nereye gidiyorsun? Yeter artık! Gel!" diye bağırıyordu. Kasıtlı ve isteyerek denizde olmadığımı hala farketmemişti. Artık kendimi bırakmak üzereydim. Eşim son anda elimden tuttu. Ne dolanıp duruyorsun dedi. Çeke çeke sudan çıkardı. Hanımlar etrafıma toplandı. Geçmiş olsun dediler. Akıl verenler çok oldu. Velhasılı benim için berbat bir anı oldu. Bunu doktorumla konuşmam gerektiğini düşünüyorum. Yani açıkçası az daha rahmetli oluyordum.

25 Haziran 2019 Salı

Ayakta uyutulmak


İstanbul'dayım….Boğucu sıcak günlerden biri. Nem oranının %60ın üzerinde olduğu söylendi. Klimalı salondan diğer odalara geçesim bile yok. Dışarı çıkmayı hiç istemiyorum. Aşırı sıcak ve nem beni çok rahatsız ediyor. Mecbur kaldığım için akşamüstü mahallemizde alışverişe çıktım. Alışveriş yaptığım peynirciye yaklaştığım sırada eli torbalı bir bey yolumu kesti. "Ben de size geliyordum bu  torba size ait." dedi. Ben şaşırdım. "Gelin şu dükkana kadar gidelim. Bunu bana bir anlatın." dedim. Torbayı  dükkâna sokmak istemedi. "Torba ağır siz  taşıyamazsınız. Ben  evinize kadar götüreyim." dedi. Bu iş hiç kafama yatmadı. Yardımcımın bana sormadan böyle birşey yapmayacağını söyledim. Adam da beni arayıp, ulaşamadığını söyledi. Bu arada torbayı aldım. Dükkana girdim. Peynirciye alışverişi ondan yapıp, yapmadığını sordum. Kendisinden alışveriş yapılmadığını ve bu beyi tanımadığını söyledi. Yardımcımı aradım o da sipariş vermediğini söyledi. Halbuki beni kandırmaya çalışan adam yardımcımın arkadaşı olduğunu ve beni bulamayınca kendisinden rica ettiğini söylemişti. Durumu anladığımı fark edince "Yardımcınız değil! Öbür kızınız." diye lafı çevirmeye çalıştı. "Bana 150 tl borçlusunuz." diye tutturdu. Ben de onu tanımadığımı ve istediği parayı vermeyeceğimi söyledim. "Ben size iyilik yaptım." dedi. Ben de ona kimden sipariş aldıysa ödemeyi de ondan almasını söyledim. Adam bir hayli sinirlendi. Okkalı bir küfür savurarak gözden kayboldu.
Ben de ayaküstü uyutulmaktan, dolandırılmaktan bir şekilde kurtulmuş oldum.



14 Haziran 2019 Cuma

Dolabımda bir ben eksiğim


Can sıkıntısından dolabımı ayıklamaya karar verdim. Bu çoktandır yapmak istediğim bir şeydi. Dolabımı boşalttım. Kıyafetlerimi  gözden  geçirdim. Bir kısmı demirbaş. Her sezon dolaptan dolaba aktarım. Bunlar elbiselerim… Artık giymediğim vermeye kıyamadığım elbiseleri tuttum. Çok beğendiklerimi de almaya devam ediyorum. Onların aksesuarlarını (çorap, kemer, toka, vs.) da tutuyorum elbette. Nitekim baktım baktım herşeyi yerine geri astım. Pantolonlarım stretch kumaştan olduğu için zayıflasam da şişmanlasam da giyebiliyorum. Hepsi giyilebilecek durumda. 

Aslında zaman zaman mevsim değişimlerinde verdiğim kıyafetler oluyor. Ancak yeterli değil. Uygulamaya geçirebilsem, dolabın yarısını vermem lazım... Herkesin dilinde dolaşan her yeni aldığın şey için eski bir kıyafetini vermek bende işe yaramıyor. Bunu başarabilsem dolabımda aradığımı bulurum. 

Haliyle dolabım yılların birikimiyle kalabalık. Hem aradığımı bulamıyorum, hem de sıkıştığı için ütüsü bozuluyor. Ben bir yere gideceğim zaman kıyafetimi akşamdan hazırlamayı tercih ederim. Bu kadar kalabalık dolapta zaten oldukça zaman aldığından evden vaktinde çıkabilmek için tek çare haline geldi. 

Bu yaz yeni bir başlangıç yapacağım. Ne kadar yazlık elbisem varsa hepsini giyeceğim. Kendi kendime söz veriyorum. İnşallah beceririm. Kim bilir? Konu kim bilir noktasına gelince yazdığım şiirim aklıma geldi.

KİM BİLİR

Kitap arasındaki kurutulmuş güller,
Maziden bugüne neler gizler,
Görünce kalbini sızlatır,
Geçmiş yılları hatırlatır,
Birkaç anı bölük pörçük,
Bir hayal belli belirsiz zihinde kalan,
KİM BİLİR nerede, ne zaman?               

23 Mayıs 2019 Perşembe

Üç ok


Hasta olan görümcem Antalya'daki hastaneden İstanbul'da bir hastaneye geçiş yaptı. Ertesi gün  ameliyat olmasına karar verildi. Çok zayıflamış olması beni endişelendiriyordu.

Stresin Bay P. kontrolündeki vücudumdaki etkisini yavaştan öğrendim ancak insan aile söz konusu olunca yanında olmak istiyor. Ameliyat sırasında sağım solum atmaya başladı. Ayaklarım şiştiği için kaldırınca, ağrı başladı. İndirsem bir türlü, kaldırsam başka türlü dert oldu. Ameliyatın iyi geçtiğini öğrendik. Bu güzel haberi alınca toparlar gibi oldum. Fakat kendi vücudumu küçümsemişim. Evde ateş bastırdı. Grip oluyormuşum gibi her tarafım kırıldı. İki gün yorgan döşek yattım. Ağrılarım da gezerek devam ediyor.

Bununla ilgili güzel bir fıkra biliyorum.

Ağrılarla başı dertte olan bir kadın doktor doktor gezmekteymiş. Kimse derdine çare bulamamış. Son doktorun verdiği ilaçları alırken eczanede karşılaştığı arkadaşına derdini anlatıyormuş. Anlatılanlara kulak misafiri olan eczacı: "Benim tanıdığım bir doktor var. Böyle hastalıklara bire bir çare bulur."  demiş ve adresini vermiş. Kadın verilen adrese gitmiş ve doktora, "Benim derdime çare bulabilir misiniz? Ağrısız geçen tek günüm yok. Bir gün midem, bir gün başım, bir gün ayağım ağrıyor." demiş. Doktor derdini anladığını, bir ilaç hazırlayacağını ama malzemenin bir kısmının yurtdışından getirteceğini söylemiş. Kadın teşekkür edip, gitmiş. Hastanın hastalık hastası olduğunu anlayan doktor zararsız bir eriyik hazırlatmış ve içindekilerin İngilizce yazılmasını tembihlemiş. İlaç geldiği zaman şişenin üzerine 3 tane ok çizmiş ve hastayı çağırmış.
Hasta geldiğinde nasıl kullanacağını anlatmış. Hasta okları sorduğu zaman ilacın etkisini vücutta doğru yere yönlendirmek için olduğunu söylemiş. "Miden ağrıyorsa yukarı doğru olan oka dokunuyorsun." diye de örnek vermiş. Bir hafta sonra hasta elinde çiçeklerle teşekküre gelmiş. 
"Derdime derman oldunuz. İlacınız sayesinde ağrılarım geçti." demiş...         



7 Mayıs 2019 Salı

İpleri koparmadan


Kendim de ne durumda olduğum konusunda sanırım yeterince açıklama yaptım. Hep umut ettim. Hep olmayacak duaya amin dedim ama artık düşünüyorum. Artık parmağımı oynatacak halim kalmadı. Benim durumumda olan bir sürü insanın aynı düşüncede olduğunu tahmin ediyorum. Ruh halimi şöyle bir soruyla anlatayım; Düşünün ki en sevdiğiniz yemek önünüzde ama eliniz, kolunuz, dişiniz yok sadece seyrediyorsunuz. Ne hissedersiniz? 

Ama madalyonun iki yüzü var mücadele ya da felaket. Bu felaket ölümden beter. İnsanın vücudu üzerindeki kontrolu yavaş yavaş kaybetmesi tabiki bir felaket. Hareket etmek, doğal ihtiyaçlar, tuvalet, yıkanma her şey kasların koordinasyonuyla oluyor. Bunun üzerine bir de Bay P.' nin göbeğini hoplatarak gülmesi eklenince diyorum ki; Son nefese kadar mücadele! İpler zaman zaman gerilir. Önemli olan bu gerginlikleri, ipleri koparmadan atlatabilmek bence. Dağa tırmanırken topuklu giymemek lazım tabi...





4 Nisan 2019 Perşembe

Kel başa şimşir tarak


Bu ara yazmaya yine ara verdiğimin farkındayım ve bu beni rahatsız etmemeye başladı! Doğru okudunuz. Rahatsız etmiyor! 

İsteksizlik, uyuşukluk, tembellik kana karışan ilaç gibi yayılarak beni ele geçiriyor. Bana yabancı olan bu duygular normalleşip, alışkanlık haline geliyor. İşte bu hiç hoşuma gitmiyor. Bütün bunların üstüne bir de Bay P.'nin ağırlığı biniyor üzerime.

Sol bacağımdaki kas yırtığı nihayet geçti derken bir de baktım ki fazla uzağa gitmemiş. Öbür bacağıma geçmiş. Ağrılar beni seviyor galiba. Gece ağrı ile uyandıran, oturduğum zaman artan ağrım beni perişan ediyor. Düz yürürken yada ayakta dururken daha iyi ama sıra arabaya binip, inmeye gelince bir kabus sanki! Korkunç canım yanıyor..

Belki doğru değil yaptığım ama doktora gitmedim. İyileşen bacağım için kullandığım ilaçları ve aynı tedaviyi uyguluyorum. Geçmiş gibi yapıp, beni kandırıyor ama şimdilik geçip, gitmiyor.

Bu arada aklımdan geçenleri de paylaşmasam olmaz. Bu ağrının bacaktan bacağa geçme merakı var galiba derken Allah'a şükürler olsun ki kırkayak değilim diye geçirdim içimden. Ne alaka diyebilirsiniz.. Kel başa şimşir tarak..

Birlikte bir bahar şarkısı dinler miyiz?

"ŞİMDİ  BAHARA  ERDİM"                  youtu.be/QZSUM1bOaKg  

19 Mart 2019 Salı

Gündelik hayatıma pencereler


Sabah kalkınca kahvaltı yerine sağlıklı beslenme furyasına tam zamanlıdır diye bende başladım. Yardımcım buğday türevlerinden birini kefirle karıştırıp birşeyler yapıyor. Sabah kahvaltı yerine onu yiyoruz. Renksiz, kokusuz, tatsız, tuzsuz ama tok tuttuğu bir gerçek. Böylece gün başlıyor. Ben çayla başlıyorum. Çünkü o zararsız! Ayrıca ben çay içmeyi çok seviyorum. Bugünkü program için torunumun geleceğini öğrendim. Beklemeye başladım. Torun güzel şey!!!




Bu kadar erken geleceklerini zannetmiyorum ama ben keyfini yaşamaya şimdiden başladım. Nihayet geldiklerınde kapıda karşıladım. Torun koşarak boynuma atladı. Babaannecim evcilik oynayacak mıyız diye sordu. Hemen oyuna başladık. Her zamanki gibi önce sebzeci geçti, kamyonuyla. Kamyonu içindeki hamburger, sosis ve patlıcanı, domates, çileği üst üste binmiş kamyondan satın aldık. Bu arada sebzeci torunum, satın alan ben oldum. Sonra sehpanın üzerine doğum günü partisi düzenledik. Partiden sonra çocuklarımızı gezdirdik oyun bitti. Meraklı torunum resim yapalım babaanne dedi. Hemen masayı hazırladım, tuval boyalar ve fırça koydum. Kendisi fırça ve rengini seçti hayatının ilk tablosunu yaptı. O kadar ciddiydi ki bu halini pek bi sevdim. Arada bana babannecim fırçaları banyo yaptıralım, renkler karışmasın diye fikir verdi. Hemen tablosunu bitiren torunum masadan kalktı ve başka oyun talebinde bulundu. Onun bu performansına fazla ayak uyduramıyorum. O zaman da annesi ya da babasıyla paslaşıyoruz. Birlikte yediğimiz yemekten sonra onlar evlerine döndüler. Benim de günüm bitti. 

Akşam torunumun tablosunu facete paylaştım kendi tablolarımla yaptığım gibi. Benden çok beğeni aldı. Ben bu işi ona mı devretsem? :)

14 Şubat 2019 Perşembe

Ne olacak benim bu halim?

Denge durumundan 5.Mevsim yazımda bahsetmiştim. Düşünce ve hislerimi dengede tutmanın zorluğunu anlatmıştım. Büyük talihsizlik ki bunu yaşayarak öğrenmekteyim.  Uzun bir günden sonra akşam arabadan aceleyle inmeye çalıştım. O sırada yaptığım ters bir hareketle birlikte korkunç bir ağrı hissettim. O gece uyumadım. Ağrı kesicilerle bir iki gün dayandım. Geçmeyince yardım ve destekle aşırı acı hissederek ağlaya ağlaya doktora gittim. Malum hastane prosedürü önce röntgen sonra MR tabiki bunlar sırasında ben acıdan öldüm öldüm dirildim. Sonuçta iki kas yırtılmasından dolayı 3 hafta yatak istirahati ve kuvvetli ağrı kesici...

Bunu  kendimce muhasebesini yaptığım zaman; içimin acelesi ile Bay P.nin yavaşla emri karşılaşınca ben dengeyi sağlıyamadım. Şimdi yürüyemiyorum, yatamıyorum. Korkunç boyutta ağrı veriyor.. Önemli birşey de şu Parkinson ilaçlarıni kullanırken ağrı kesiciler yasak. Doktorumun izniyle ve  kontrolünde kuvvetli bir ağrı kesici ve fizik tedavi eşliğinde verilen süreyi tamamlamaya çalışıyorum...

Biraz da gülümseteyim ağrılı gecelerimden birinde akşam ilaçlarıma ilaveten yarım da uyku ilacı içip, nasıl olsa uyurum diyordum. Hayalinde iken gecenin ilerleyensaatlerinde kendimi  bastonumla birlikte ayakta yürümeye çalışırken buldum. Bir ara durduğumu baston elimde ve ayakta. Gözüm kapalı bir an içim geçti. Rüya görmeye başladım. Güneşli bir yere tatile gitmişiz.. Tam Ohhh ne güzel dediğim anda bir anda kendi kendime  kendine gel. Ayakta uyunmaz rüya hiç görülmez diye uyardım.Ne dersinz ? Bu durum pek iç açıcı değil. Şu sırada hatlarım bir hayli karışık aklımdan çıkmayan soruda şu "Ne olacak benim halim"...

8 Şubat 2019 Cuma

Hey gidi günler


Bugün düşüncelerimle biraz derine daldım. Biraz kişisel olacak bu yazım gibi duruyor...

Aile kurunca ve çocuk sahibi olunca imkanlarımız içinde hatta imkanlarımızı zorlayarak en iyi şekilde yetiştirmek istedim onları. Çocuklarımın ikisinin de doktor olmasını isterdim. Nedeni de benim doktor olmayı çok istememdi. Kazandım ailem göndermedi. Bunu daha önce de belirtmiştim. İçimde ciddi bir uktedir. Hayalimi çocuklarım gerçekleştirsin istedim. Ben anneydim, çocuklarımın ne isteyeceği onlar küçükken önemli değildi. Benim hedefim buydu. Üniversiteyi okusaydım doktor hanım olarak yaşayacaktım. Olmadı. Bana göre bu da bir çeşit zorlama hayat şekli. Eminim tek vaka değilim, çünkü bizde böyle! 'Kızım doktor olsun! Oğlum avukat olsun!' Liste uzun ama bütün meslekler tabi ki gözde olacak. 

Bunları söyledim ama ben elimden geldiğince çocuklarım üzerinde baskı kurmadım. Hatta onları etkilememek adına uğraştım. İstediklerini seçtiler. İstedikleri hayatları yaşadıklarını düşünüyorum. Öyle olup, olmadığını anca onlar bilir. Evlenme konusunda da eşlerini kendileri seçtiler. Mutlular çok şükür. Ben eşimi görmeden, tanımadan verildim. Nişanımdan üç gün önce ilk defa gördüm. Benim sevgili ailem seçimi yapınca bana da mutlu düşüyordu. Toplumumuzda özellikle benim jenerasyonumda daha böyle evlilikler çoktu. Kimimiz mutlu oldu, kimimiz olamadı. Burada zorlama hayatlara direk geçiş yapıyor beynim. Benim yerime seçilen bir hayatta eğer seçimin bir kısmı bana aitmiş gibi hissedemezsem bu beni hayat boyu bir rol oynamaya iter. '-miş gibi' yaşamak.... Böyle düşününce aklıma siyasal bilgiler fakültesi mezunu kuyumcular, hukuk fakültesi mezunu kuyumcular, veterinerlik mezunu kasaplar, mühendis tablacılar(marul yeşillik satanlar), atama bekleyen öğretmenlerden taksi şoförleri geliyor.  

Bu örnekleri verince sanki hayat aşk ve işten ibaretmiş gibi oldu. Elbette başka bir sürü şey de etkiliyor insanı ama anlıyorum ki ben en çok bu konularda etkilenmişim.. Hey gidi günler hey! 



29 Ocak 2019 Salı

5. Mevsim


Hayatımı sorgularken, nasıl bir bağ kurduğumu hatırlamasam da mevsimlere kaydım. Kendi mevsimlerimi ayırdım...
0-15  yaş      ilkbahar
15-30 yaş     yaz
30-45 yaş    sonbahar
45-60 yaş    kış 
60 yaşında başlayıp da süresi belli olmayan bölüme de ben 5. mevsim diyorum. 

Burada neler var neler! Benim için ruh, mantık, gönül sürecinin devamlı değişiklik gösterdiği bir zaman. Ergenlik döneminde herşeye kızarken, bu mevsimde aşırı hassaslaştım. Düşündüğüm ile hissettiğimi dengede tutmaya gayret ettiğim mevsimdeyim.

Ben yaşımla gönlümü barıştıramıyorum. Gönlüm koş, gez, evde oturma, sosyal ol diyor. Öte yandan aklım yaşlı olduğunu unutma, zıp zıp olamazsın, artık geçti diye saz çalıyor. Ben de gönlümle aklım arasında gidip, geliyorum. Parentez açmadan geçemeyeceğim. Bu içimin hızıya, dışardan görünen yavaşlığım o kadar bağdaşmıyor ki bacağımda yumuşak doku yırtılması olmuş. Siz anlayın artık içimde nasıl bir tezcanlılık yaşıyor! 



Bir de kronik hastayım üstüne üstlük. Bahsettiğim elbette ki değerli Bay P.

Gençken aklıma bile gelmeyen şeyler geliyor içimden. Yol kısaldı diyorum. Ne istersen yap. Tren kalkmak üzere. Örneğin, mevsim kış, sömestir tatili, aklıma kar ve kayak geliyor. Bazen de kendime şaşıyorum. Bu haldeyken canım neler istiyor diye. Doğru dürüst yürüyemeyen ben, acaba kayak yapabilir miyim diye düşünmeden edemiyorum. Bir adım daha ileri gittim. Eşime, 'Dağa gidelim. Çocuk pistinde kayarız.' dedim. Sanki olabilirmiş gibi geldi. Sonra şöyle bir açıklamada bulundum. İki kişi koluma girecek. Kayak eşyalarımı ve beni taşıyacak. Kayak pistinde ben kayacağım, onlar bekleyecek. Bir versiyonda da onlar da benimle kayacak ki düştüğümde kaldıranım olsun. Bu bulduğum çözümü üçüncüye okuduktan sonra kendi kendime 'Az ye de kendine bir uşak tut.' dedim. Karlı bir dağ oteline gidip şömine başında sıcak şarap içmenin, kızakla kaymanın da bu hayalimin yerini tutmayacağını anladım.



5.mevsim için plan program yapacak olursam, ilk soru yapabilir miyim? İkinci soru, yapabilirliğimin yüksek olduğu ne var? Üçüncü soru, olasılıklardan seçtiklerim esas isteklerimin tatmin duygusunu verecek mi? Bu sorulara cevap vermeye kalkarsam birkaç yazı daha çıkar. En iyisi dünya dengeler dünyası mıdır diyerek bitirmek olsun....

15 Ocak 2019 Salı

İlhami yolculuk nereye?


Merak ettiğim nokta şu; başarı yeteneğe mi yoksa çalışkanlığa mı tabii olarak geliyor? 

Ben ilhama İlhami diyorum. Gelince daha güzel resimler yapıyorum. Bazen de yapamıyorum. İlhami beni terketti diyorum. Bu yaptığım herşey için geçerli sadece resim için değil. Bazen istekliyim ama yaptığım birşeye benzemiyor. O zaman kendim beğeneceğim noktaya gelinceye kadar uğraşıyorum. İşin bu kısmının İlhami'yle pek bir alakası yok. Zorla güzellik olmaz ama çalışa çalışa belli bir mertebeye ulaştırabiliyorum yaptıklarımı. Sabır ve güç içimde de olsa istek olmayınca işe yaramıyor.
Aslında uzunca bir süreden beri canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Fakat boş durmak da fazlasıyla  rahatsız ediyor. 




İsteğin geri gelmesini beklerken bir süre kendimi nadasa bırakıyorum. Kendimi tekrar etmek gibi olmasın ama boş durmak beni çok rahatsız eder. Dolayısıyla gel zaman git zaman bekledikten sonra yine kendimi zorlayarak elime aldım geçen gün. İte kaka da olsa bir resmi tamamladım. Beğendim de üstelik. Hatta etrafımdan da beğeni topladım. Arkadan ikinciyi, derken üçüncüyü 4-5-6 devam ettim. O arada  İlhami'nin de yanıma gelmiş olduğunu farkettim. Kendimce bir arayı hak edip, hak etmediğimi düşünürken bir de baktım ki İlhami kıpır kıpır. Yolculuğa hazır. Tam uzaklaşırken
seslendim. "Hey İlhami yolculuk  nereye?



İLHAM

Bir rüzgar esti birden geldin
Coştum sevindim avundum
Kendimi buldum 
Bir  şeyler yapmaya çalıştım

Bir rüzgar esti kaybolup gittin
Belki dönersin diye umut ettim
Üzüldüm bir şey yapamaz oldum
Boşluğa düştüm dengem bozuldu
Gönlüm karardı ruhum soldu

Rüzgarla belki gelir dedim
İlham  getireceğini umut ettiğim
O rüzgarı beklemeye karar verdim               






3 Ocak 2019 Perşembe

Yeni yıla giriş...


Yılın bitiyor olması ömür defterinden bir sayfa eksiliyor demek diye düşünüyorum. Bazı şeyler değişiyor, aynadaki görüntüm gibi. Bu değişim içinde hastalığımın derinlerde sinsice ilerlemesi var.. Bende de bunları farkında olmanın verdiği telaşla oluşan karakter değişikliği var. Şimdiye kadar olmayan hırs denen şeyi yaşıyorum. Herşeye dalmak istiyorum. En extrem şeyler bile cazip geliyor. Paraşütle atlamak, motosiklet kullanmak, kayak kaymak istiyorum. Bu telaş içinde kendimi dönüşü olmayan vapurun son  yolcusu gibi hissediyorum. Bana göre bunların sorumlusu Bay  P., çünkü  hareketlerim yavaşladıkça iç sesim "koş koş, onu da yap, bunu da yap, istediğin her şeyi yap, zaman  geçiyor, boş durma" diye söylenip duruyor. Dışım daha yavaş. Her gün sanki daha da yavaş hareket ediyorum. Bu durum beni dengesiz yapıyor bedenen ve ruhen. Mesela hızlı adım atmak istiyorum. Atılıyorum. Kimi zaman başarıyorum ama hız hiçbir zaman kalıcı olmuyor. Bazen ayağım yerden zor kalkıyor. Bazen ayağım yerden hiç kalkmıyor ve dolayısıyla denge bozukluğu yada düşme riski yaşıyorum. 

Yürürken nefes nefese kalıp, çok çabuk yorulduğum için artık uzun mesafeleri yürümekten kaçınır oldum. Nefes sıkıntım komik bir şekilde kolumun dirseğimden bileğime kadar olan kısmında bir keçeleşmeyle beraber ortaya çıkıyor. Fizyoterapistimin koluma yaptığı masaj çok iyi geldi. Kolum keçeleşmediği gibi yürürken hava açlığı da çekmiyorum. Bay P.'nin saldırılarından birini ortadan kaldırınca elbette bir ötekisi çıkıp geliyor. Şimdi de gariptir ama akşam hava kararınca başlayan bacak sorunum var. Görüntü olarak bacaklarım yerinde duruyor. Bu masum görüntünün altında beni çıldırtan boyutta bir faaliyet var. Sanki pireler halay çekiyor. Bitler alkış tutuyor. Tahta kuruları dans ediyor. Böylece oturamıyorum. Kalkamıyorum. Yatamıyorum.. Kısacası hiçbirşey yapamıyorum. Ödemim de devam ediyor. 

Öyleyse...


Küşade talihim hem bahtım uygun  
Aman saki bana hiç durma mey sun
Gamım yok zevk u şevkim hadden efzun
Aman saki bana hiç durma mey sun

https://www.youtube.com/watch?v=Bzk19HqdV6U

Solist: Dilek Türkan